Şimdi de sansür yasası geliyor

İktidarın Meclis’e taşıdığı sansür yasası görüşmeleri devam ediyor. Peki, iktidarın dilinden düşürmediği 2. Abdülhamid’in otuz üç yıllık iktidar döneminin, Türk basınının en baskı hissettiği dönem olduğunu o dönem yasaklanan kelimeleri ve yakılan binlerce kitabı biliyor muydunuz?

AKP iktidarının hazırladığı ve kamuoyunda ‘sansür yasası’ olarak bilinen Basın Kanunu’nda değişiklik içeren 40 maddelik teklifin TBMM’de görüşülmesine başlandı.

Söz konusu yasanın basına ve sosyal medyaya büyük sansür getireceği tartışmaları devam ederken, Türk basın tarihinin en büyük sansüre uğradığı dönemi hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var.

Şöyle ki; AKP iktidarının dilinden düşürmediği ve yere göğe sığdıramadığı 2. Abdülhamid 33 yıllık tahtta kalması süresince görülmemiş derecede bir sansür uygulamasına imza attı.

SANSÜRLE İLGİLENEN EĞİTİM KURULU BİLE VARDI

Padişahlığı süresince kaybettiği topraklarla en çok toprak kaybeden padişah olan 2. Abdülhamid döneminde basın sansürü ilk olarak 1877 Sıkıyönetim Nizamnamesi’nin uygulanmasıyla başladı.

Önceleri sadece siyasi gazeteler sansürden geçiriliyordu. 1882’de her çeşit gazete ve dergi sansürün kapsamına girdi. Bu dönemde 3 türlü basın sansürü görüyoruz:

1.Türkçe ve azınlıkların dilleriyle yayınlanan gazetelerin sansürü.

Bu sansürün uygulanması amacıyla İçişleri Bakanlığı’ndaki İç Basın Müdürlüğü’ne bağlanmış buradaki heyet girecek yazıyı inceliyor, uygun bulmadığı yerleri çıkartarak gazeteye geri gönderiyor sonra gazetede yayımlanıyordu.

2.Türkiye’de ve dışarıdan gelen yabancı dillerde basılan gazetelerin sansürü.

Burada da Dışişleri Bakanlığı’nda ki bir komisyon inceleme yapıyordu.

3.Yerli ve yabancı kitap sansürü.

Burada da sansürle ilgilenen Eğitim Kurulu vardı. Bu kurulun görevi de basılmadan önce kitapları incelemek ve gazete çıkarmak isteyenlere ruhsat vermekti.

150 ÇUVAL KİTAP ABDÜLHAMİD’İN EMRİYLE, ŞEYHÜLİSLAM’IN FETVASIYLA YAKILDI

2. Abdülhamid’in sansürlü döneminde sakıncalı görülen ve toplatılan 150 çuval kitap, Abdülhamid’in emriyle, Şeyhülislam’ın fetvasıyla hamamlarda yakılmıştı. Sansürün sınırı öyle geniş tutulmuş ki, bazı kelimelerin yazılması ve kullanılması yasaklanmıştır. “Grev, suikast, ihtilal, sosyalizm, hürriyet” gibi siyasi terimler ya da isyana teşvik eden kelimeler yasaktı. Hatta Şemseddin Sami’nin lügatında “Liberie”nin karşısına “hürriyet’” dahi yazılmamıştı.

Yasaklanan sözcüklerin listesi hayli uzun:

Girit, Makedonya, Kanun-İ Esasi, Hukuk-I Millet, Islahat , Müsavat, Vatan, Cumhuriyet, Bomba, Dinamit, Millet, Zulüm, Adalet, Deli Ve Birader (Sultan Murat’ı Akla Getirdiğinden), Hasta (“Hasta Adam”), Yıldız, Tepe (Saray’ı Akla Getirdiğinden), Sakal, Boya Ve Burun (Padişahın Boyalı Sakalı Ve Burnu, Bu Yüzden Burun Yerine Çıkıntı Kullanılırmış.), Reşat (Neş’et Adıyla Anılmışlar.) Suda Eritmek Anlamına Gelen Halletmek (Tahttan İndirmek Anlamına Gelen Hal Etmek Fiiliyle Benzeştiğinden)

Örneğin “tahtakurusu” sözü, “tahtı kurusun” biçiminde okunabileceği için sansürce yasaklanmıştır.

Ayrıca Saraybunu kelimesini kullanmak da padişahın burnunu akıllara getirdiği gerekçesiyle sansüre uğradı. Sarayönü olarak kullanıldı.

Bir örnek daha: Tahttan indirilen V. Murat’ı akla getirecek Murat ve Muradiye sözcükleri kullanılamayacağı için, 1904 yılında Bursa’daki Muradiye Camii’nin onarımının bittiği ve açılış töreni yapıldığı haberi şöyle anlatılmaktadır:

“Ebülfeth Sultan Mehmet Han Hazretlerinin pederi cennet makarlarının Bursa’daki cami-i şerifi mükemmelen tamir edilmiş…” Haberin konusu Muradiye Camii ama sansür yüzünden caminin adı hiçbir yerde geçmiyor!

HANEDANI ELEŞTİRENE İMA EDENE HAPİS

Daha önceki dönemlerde saygıdeğer bir görev olarak kabul edilen ‘jurnal hazırlayıcı’ (bir konuyu derinlemesine araştırıp rapor vermek) Abdülhamid döneminde en aşağı ihbarcılık, dedikoduculuk haline dönüştü ‘jurnalcilik’ oldu.

1978 şubatında meclis feshedildi ve sıkıyönetim kuralları devreye girdi.

Bu dönemde gazeteler ve mecmualar, yayın hayatına başlamadan önce nasıl bir yayın politikası izleyeceklerini belirtmek zorundaydı. Hükümeti, hanedanı eleştiren bir ima bile gazetelerin kapanması ve sahiplerinin hapsiyle sonuçlanabilirdi.

Ayrıca 2. Abdülhamid, Osmanlı aleyhinde Avrupa gazetelerinde çıkan eleştirileri cevaplamak için Matbuat-ı Ecnebiye Müdürlüğü de kurmuş, elçilerin önemli bir vazifesi bu yayınlara karşı çare aramak olmuştu.

HACİVAT KARAGÖZE BİLE SANSÜR

Bu dönemde mizah dergileri ve karikatürler de sansürden payını aldı. Bu yayınlar, 13 Şubat 1878’de, tahta çıkan 2. Abdülhamid tarafından meclis dağıtılmış ve Meşrutiyet dönemi sona ermiştir. Bundan sonra gelen Mutlakıyet, veya bir başka deyişle ‘İstibdat Dönemi’ karikatür için gerekli olan hoşgörü ortamını tamamıyla ortadan kaldırmıştır.

Bu baskılar içerisinde, ülkenin düşünce, sanat, basın ve yayın hayatını hedef alanlar özel bir önem taşımaktadır. Öyle ki bu dönemde yürürlüğe konan Matbaalar Nizamnamesi (1888) basımevi açılmasını, kitap basımını, yabancı yayınların ülkeye sokulmasını özel bir izne bağlamış; ‘muzır’ ve edebe aykırı görülen eserleri taşımayı, satmayı, dağıtmayı ve bunları topluca üzerinde taşımayı da suça ortaklık saymıştır.

Sansür, dışarıdaki ve içerideki Türk basınına karşı etkili biçimde uygulanıyordu. Doğa bilimleri, felsefe ve filolojide, coğrafyada atılım yapan Osmanlı biliminin, sosyal bilimlerde yerinde saymasında sansürün de payı vardı. İmparatorluğun genç nesli politik anlayış yönünden dünyanın gerisinde kalmıştı.

İstanbul’da ortaoyunu hatta Karagöz’e kadar sansür ve hafiyeliğin etkisi vardı. Ama İstanbul dışına çıkıldığında bu tedbirler zayıflıyordu. Selanik’in aydınları İstanbul’dakinden daha çok nefes alıyordu ama İstanbul boğuluyordu.

Abdülhamid’in baskı yasalarıyla yasaklanan karikatürcüler, Jön Türkler’le birlikte Avrupa’da sürgün hayatı yaşamaya başlamışlardı.

ERDEM AVŞAR’ın derlemesinden alınmıştır….

Kaynak: GazeteGüncel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu