En Eski Şehirler: İşte Dünyanın İlk Kurulan 6 Şehri

Yakın zamana kadar kasabaların neden ve ne zaman ortaya çıktığına dair kabul edilen arkeolojik görüş oldukça sağlamdı. Buna göre insanlar toprağı işlemek ve hayvanlarını yetiştirmek için göçebe yaşam tarzından vazgeçip yerleşik hayata geçmiş ve kasabaları kurmuşlardı. Ancak ülkemizdeki Göbeklitepe’nin keşfedilmesiyle birlikte bu görüş altüst oldu ve insanların aslında dini anıtların yakınında kalmak için yerleşik yaşama geçmeye başladığı öne sürüldü. Gerçek ne olursa olsun neolitik devrim, insanların avcı-toplayıcı yaşam tarzından vazgeçerek köyler, kasabalar ve şehirler kurduğu bir dönemdi. Bu dönemde kurulan kasabalar ise insanlığın ilk şehirleriydi. Gelin şimdi dünyanın en eski şehirleri hangileri, birlikte göz atalım.

Çatalhöyük

Konya’da bulunan Çatalhöyük, 9.000 önce kurulduğu düşünülen en eski şehirlerden biri. Bugünkü şehirlerden farklı olarak ne sokakları ne de kamu binaları vardı. Çatılar şehri dolaşmanın ilk yolunu oluşturuyordu. Zira kerpiçten yapılan bu evler birbiriyle bitişik bir şekilde planlanmıştı. Her evin çatıya çıkan merdivenleri varken, bu çatılar aynı zamanda havalandırma görevi de görüyordu.

Şehirde toplu mezarlar yoktu. Bunun yerine insanlar öldüğünde evinin altına gömülüyordu. İnsanlar gömülürken kafatasları çıkarılıyordu. Yüzü yeniden oluşturmak ve güzel bir hatıra bırakmak için kil ve boyalardan bir kafa yapılıyordu. Arkeologlar ise ölülerin bu hatıralarının muhtemelen ayinlerde kullanıldığını düşünüyor.

Çatalhöyük ile ilgili en dikkat çeken detay ise yerleşimin hemen hemen her yerinde “oturan kadın” figürünün bulunması. Alanı ilk kez 1958 yılında ziyaret eden ve kazı yapan James Mellart, bu heykelciklerin Çatalhöyük dininin bel kemiğini oluşturduğunu öne sürmüştü. Arkeolog Ian Hodder ise heykelciklerin başka bir şeyi temsil ettiğini, çünkü heykelciklerin ön tarafında kadın tasviri varken arka yüzünde yalnızca iskelet olduğunu, bunun toplumdaki yaşam ve ölüm rolünü temsil etme ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Aynı zamanda Hodder, Çatalhöyük insanının eşitlikçi olduğunu, özel özelliklere sahip evlerin olmadığını ve kadın ile erkek arasında ayrım olduğuna dair bir kanıt bulunmadığını iddia etti.

Çatalhöyük’ün ekonomisi tarımdan ibaretti. Bölgede başta arpa olmak üzere bezelye, badem ve antep fıstığı yetiştiriliyordu. Ayrıca arkeologlar şehirde hayvancılığın olduğunu ve çatal çömlekçiliğin izlerine rastlanıldığını belirtiyor. İnsanlığın en eski şehirlerinden biri olan Çatalhöyük’te toplam nüfusun 10.000 olduğu tahmin ediliyor.

Eridu, Uruk ve Ur

İnsanlığın ilk şehirlerinden bahsediyorsak Sümerleri anmadan olmaz. Dünyanın en eski uygarlığı olarak kabul edilen Sümerler, elbette büyük şehirleri ilk inşa edenler arasındaydı. Sümerlerin inşa ettiği en eski şehir ise Eridu’ydu. Yaklaşık olarak MÖ 5400 yılında, Basra Körfezi yakınlarında kurulduğu tahmin edilen şehir, kabaca 4800 yıl sonra terk edildi. Bu muhteşem zaman aralığı, şehrin çok sayıda çağdan geçtiği ve defalarca kez yenilenip inşa edildiği anlamına geliyor.

Yine Sümerler tarafından MÖ 3800 yılında kurulan Ur şehri, Mezopotamya Ovası’nda yer alıyordu. MÖ 2500 civarında, şehir daha önce benzeri görülmemiş ölçekte bir zenginliğe ev sahipliği yapıyordu. Zigurat adı verilen Sümer tapınaklarının en ünlüsü de Ur şehrinde yer alıyordu. Bununla birlikte yeni arkeolojik keşifler MÖ 3800’den çok daha önce, muhtemelen MÖ 6500 yılları civarında da bu bölgede iskânın olduğunu gösteriyor.

Sümerler tarafından inşa edilen ve dünyanın en eski şehirlerinden biri olarak kabul edilen Uruk ise tahminen MÖ 4000 yılında kuruldu. MÖ 3100 yılında şehir en güçlü dönemlerini yaşarken yaklaşık 40.000 kişiye ev sahipliği yapıyordu. Ayrıca yakın çevresinde ise 90.000 kadar insanın yaşadığı düşünülüyor. Bu nüfus, o zamana göre Ur’u en kalabalık şehir yapıyordu. Kerpiç binalardan oluşan Ur’da çok sayıda su kanalı da bulunuyordu. Ayrıca bir efsaneye göre şehir, MÖ 2800’lü yıllarda Gılgamış tarafından yönetilmişti.

Ain Ghazal

Dünyanın en eski şehirleri arasında yer alan Ain Ghazal’da yerleşimin MÖ 10300 civarında başladığı düşünülüyor. Şu anki Ürdün’de, Varka nehri kıyısına yakın olarak kurulan şehir 3000 kişilik bir nüfusa sahipti ve en güçlü dönemini MÖ 7000 civarında yaşadı. Her biri iki odadan oluşan kerpiçten yapılmış dikdörtgen evlerde yaşayan Ain Ghazal halkı bölgenin zengin ekolojisinden faydalanıyor, tarım ve hayvancılık sayesinde beslenme ihtiyaçlarını karşılıyordu.

Bu halkın kültürünün en önemli unsuru ise bugüne kadar toplam 195 adet bulunan heykellerdi. İnsan heykellerinin üstünde saç ve kıyafetlerin yanı sıra vücut boyaları ve süs dövmeleri de bulunuyor. Keşfedilen heykellerdeki en dikkat çekici özellik ise 3 tanesinin iki başlı olması.

Tıpkı Çatalhöyük’te olduğu gibi Ain Ghazal’da da insanlar öldükten sonra evlerinin altına gömülüyordu. Etleri çürüdükten sonra ise kafatasları çıkartılıp süsleniyordu. Ancak Ain Ghazal’da ölen herkes törenle gömülmüyordu. Arkeolojik buluntular, çoğu insanın atıklarla birlikte çöp çukurlarına gömüldüğünü gösteriyor.

Mehrgarh

Uygarlığın ilk şehirlerinden biri olan Mehrgarh’ın kalıntıları, bugünkü Pakistan’da yer alan Kacchi Ovası’nda bulunuyor. MÖ 7000’li yıllarda kurulduğu tahmin edilen bu şehir halkının, İndus Vadisi uygarlıklarının orijinal ataları olduğu düşünülüyor. Arkeolojik buluntular, kerpiçten evler inşa eden Mehrgarh insanının arpa, buğday, hurma ve hünnap gibi bir dizi ürün yetiştirdiğini gösteriyor. Bununla birlikte kalıntılar, burada yaşayanların el sanatlarına da önem verdiğini; boncuk üretimi, taş yontma ve metal işçiliğinin halkın uğraştığı önemli endüstrilerden birkaçı olduğunu gösteriyor.

Mehrgarhlılar için seramik figürler de büyük önem taşımaktaydı. MÖ 4000 dolaylarına kadar yalnızca kadın heykelcikleri tasarlanırken, tasarlanan bu heykelciklerin dini bir önemi olabileceği ve belki de ana tanrıçayı temsil edebileceği iddia ediliyor. Erken dönemde tasarlanan heykelcikler ayrıntıdan yoksunken sonraki figürler saç stilleri, şekilli göğüsler ve bebek tutan kadın gibi ayrıntılar içeriyor.

Bonus: İlk Şehir Atlantis

Arkeologlar ve tarihçiler tarafından genellikle masaldan başka bir şey olarak görülmese de kimileri Atlantis şehrinin şu anda Batı Moritanya’da bulunduğunu öne sürüyor. Burası aynı zamanda Platon’un coğrafi tanımına da uyuyor. Zira Platon’un tarif ettiği gibi “Sahra’nın Gözü” olarak adlandırılan bu yerin kuzeyinde, sular akan devasa dağlar ve eş merkezli halkalardan oluşan büyük bir jeolojik yapı var. Ayrıca kanıtlar, buradaki medeniyete ait her türlü kalıntıyı Atlantik Okyanusu’na doğru süpüren bir dizi büyük felaketin yaşanmış olabileceğini de gösteriyor. Atlantis hakkında detaylı okuma yapmak için Atlantis: Suların Altında Kalan Kayıp Kıta ve Gizemli Hikayesi başlıklı içeriğimize göz atabilirsiniz.

Bu içeriğimiz de ilginizi çekebilir:

Mezopotamya’dan Hindistan’a: İnsanlık Tarihinde Ortaya Çıkan En Eski 6 Medeniyet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu