Bir Sevemedik Şu Adamı

Sene 1919…

Takvim yaprakları 30 Nisan ı gösterirken, Mustafa Kemâl Erzurum’da bulunan Dokuzuncu Orduya geniş yetkilerle Müfettiş olarak atanmıştı.

Erzurum’a vardığında, Erzurum halkının ızdırabını, yoksulluğunu görmemezlikten gelemedi…

Zira 8 Temmuz’da orduya istifasını vererek, bireysel olarak kurtuluş mücadelesini başlatma gayesindeydi. Kazım Karabekir Paşa “her daim emrinizdeyim!” diye tekmil dururken, o fitil çoktan ateşlenmişti bile…

İstanbul’dan Elazığa vizeyle gidildiği yıllar arkadaşlar!

Ülkenin her tarafı işgal edilmiş, vatan kendi aralarında bölüşülmüş, halkımız kendi yurdunda yabancı gibi itilip kakılırken, içimizden birinin buna dur demek istemesi ne cesurca bir hareket.

Ya istiklal, ya ölüm! ruhu bu olsa gerek…

Başka milletlerin boyunduruğu altında kalmaktansa, ölmeyi yeğlemez mi insan? Bu cesareti her fırsatta o zavallı anadolu halkına aşılamadı mı? Biçare haldeki o yaralı halka bir lider lazımdı. Ya kazanacağız, düşmanı vatandan def edeceğiz ya da şerefimizle öleceğiz!

Ayrıca şu unutulmamalıdır ki, İstanbul gazinolarında Yunan, İngiliz, Alman ve Fransız subayların, Türk kızlarını dans etmeye zorlamaları, taciz etmeleri, bu tür durumlara Osmanlı askerlerinin ses çıkaramaması ne kadar acı!

Bir milleti millet eden unsurlar bu detaylarda gizlidir. Fatih Sultan Mehmed’in liderlik yaptığı, başka nice padişahların liderlik yaptığı, zamanı gelince Atatürk’ün liderlik yaptığı kadim bir toplumken, nedir bu Atatürk ile alıp veremediğiniz?

Ne yaptı bu adam size?

Nedir bu kin, bu nefret?

– E, bir gecede halkı cahil bıraktı.

Hayır efendim cahil bırakmadı. Tam tersi ilerlemenin önünü açtı.

Nasıl mı?

Şöyle, Osmanlıca dili, farsça ve arapça karışımı, yazı dili yanlış anlaşılmaya müsait, sadece belli bir çevrede konuşulan bir dil. Halk Osmanlıca bilmiyor ki güzel kardeşim! Yaygın diller, Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Bulgarca, Arapça, Farsça vs…

Herkes anadilini konuşuyor. Okuma yazma oranı yok denecek kadar az. Osmanlıca yazabilen kimse yoktu ki halkın içinde güzel kardeşim…

Harf İnkılabı ile, batı medeniyetleriyle örtüşen bir alfabe seçilmeliydi. Bakınız 1000 yıllık Tükçe kelimelerimizi bile ifade ederken bu alfabe ile yeterli geldiğini görüyoruz. Diğer medeniyetlerle savaşmak yerine bugün ticaret ve başka unsurlarda birleşebiliyorsak inanınız ki bu harf inkılabı sayesindedir.

Ne kadar isabetliymiş ki, çok kısa sürede, dünyanın en takdir gören edebiyatlarından biri olabildik. Türk Dili ve Edebiyatı deyince akan sular duruyor arkadaşlar. Bunu Osmanlıca ile ne kadar yapabilirdik, ne kadar yapabilmiştik? Osmanlı dönemindeki alimler, bilim insanları, matematiğin atası, bir çok bilimin atası Osmanlı coğrafyasından çıkmasına rağmen ne kadarını o an sahiplenebilmiştik. Hala Farabi’nin, Ali Kuşçu’nun, Takiyüddin’in, İbn Haldun’un, İbn Sina’nın, Mimar Sinan’ın ve daha nicelerinin adını duymayanlar var. Bu değerli şahsiyetlerin devamı gelmedi. Osmanlı saltanatın hülyasına kapıldı. Halk unutuldu. Saray yaşamı tatlı geldi. İlim de bitti, bilim de…

Neymiş, efendim;

-E, Osmanlıyı yıktı!

Hayır kardeşim, Osmanlı; Avrupa sanayileşmeye giderken, çağı yakalayamadı ve sanayi – teknoloji anlamında sınıfta kaldığı için, üretemediği için, ihracat yapamadığı için dışa borçlanmaya başladı ve yıkıldı…

Borçlar gırtlağa dayanınca, baktılar bunlar borcunu ödeyemeyecek, ülkelerini işgal edelim dediler. Atatürk de buna müsaade etmedi. Kaldı ki verilen kayıp topraklar da var, Libya gibi, Filistin gibi, Selanik gibi. Hatay da gitmişti, sonradan Atatürk hasta olmasına rağmen gövde gösterisiyle, Hatay’ı da kurtarabildi. Ama nihayetinde şuan vatan dediğimiz sınırları koruyarayak düşmanı vatan topraklarından sürmüş, süpürmüş oldu…

Atatürk bunlarla meşgulken, Vahdettin İngiliz mareşaline İstanbul’un sembolik anahtarını takdim ediyordu. Fotoğrağları var açın bakın googledan.

Tarihi okumak yetmiyor arkadaşlar, tarihi çok iyi okuyup anlamamız gerekiyor. Acı ve ızdıraplarla dolu bir tarihimiz var. Ne mücadeleler verilmiş. Bilip bilmeden, okumadan araştırmadan bilgi sahibi olduğumuzu zanneden bir milletiz.

“Herkes konuşuyor, ama kimse bilmiyor…” sözü bizim için söylenmiş olsa gerek.

Toplumumuz çeşitli hipnotik algılarla, tarihin yanlış aksettirilmesi sebebiyle uyutulmaktadır. Trans halinde ezberletilen saçmalıkları tekrar edip duruyoruz.

Okumamız gerekiyor. Bugün çoğu aydın bile Türkçe’yi doğru kullanamıyor. Bırakın okuma yazma oranını! Sistematik olarak cahilleştirilen bir topluma dönüştürüldük. Eğitimhanelere bakınız, Üniversitelere bakınız, bir tane dünya çapında insan çıkaramıyoruz. Kendi imkanıyla hasbel kader çıkanları da anında yabancılara kaptırıyoruz.

Burada iki amaç var. Birincisi o başarılı genci kapıp, kendi milleti adına fayda sağlamak, ikincisi ve en önemlisi onun kendi ülkesine hizmet etmesinin önüne geçmek. İşte tehlike çanları burada başlıyor. Adnan Menderes hükümetinden beri, şimdiye kadar gelen tüm hükümetlere, aynı tarife veriliyor. Bunu harfiyen uygulayacaksın deniyor. Ve o hükümet bunu istemeye istemeye kabul etmek zorunda kalıyor. Baş kaldırsan anında ambargo.

Peki, o halden bu hale nasıl geldik. Atatürk döneminde neden bunu yapamadılar diye sorgulamamız gerekmiyor mu?

Neymiş efendim;

– E, islami kanaat önderlerini, hocaları astı!

Atatürk, milli mücadeleye Erzurum’da başladığı zaman, ona en büyük desteği alim ve hocalar vermişlerdir. Çünkü bu şahıslar kendi bölgelerinde itibar gördüğü için,sözleri dinlenen insanlardır. Bir nevi o toplumun lideri durumundadırlar. Halkın bu içler acısı halini gören bu şahsiyetler, Atatürk’ün yanında olarak mücadeleye bizzat destek vermişlerdir.! Kurtuluşun farz olduğunu görmüşlerdir.

Gelelim madalyonun diğer yüzüne. İki toplum savaşıyorsa, sadece topla tüfekle değil, teknolojiyle,casusluk eylemleriyle, algıyla, manipülasyonlarla, dedikodularla ya da servet para vs vaatleriyle savaşa tesir edecek hamleler yaparlar.

Bu bir savaş kuralıdır!

Örneğin bir dedikodu ile askerin moralini bozup, cesaretini kırmaya çalışmak..

Bunu bir çok kez denediler her cephede, ama hep kumandanlarımızın doğru algı kırma eylemleri sayesinde başarılı olamadılar. Hani hep deriz ya, Kurtuluş Savaşında, hatrı sayılır sayıda bir grup cepheyi terk ederek, savaştan kaçmıştır. İşte bu grup o algıya kapılıp, cesaretini yitiren gruplardır.

Bu işgalciler baktılar bunların en hassas konusu ne?

Din…

Süper, buradan hemen halkı ayaklandırın.

Nasıl?

Toplumda söz sahibi olanlara muhbirler gönderildi, şurası senindir burası senindir dendi, Kimine, size toprak vereceğiz kurun Kürdistanınızı dendi. Kendi özerk bölgeni oluşturacaksın dendi. Dendi de dendi. Vaatlerin bini bir para!

Atatürk, dinsizdir, bize dinimizi yaşatmaz, bizi asar keser vs… dedikoduları almış başını gidiyordu. Kafir Atatürk naraları duyulmaya başlamıştı, halk arasında.

Bilmiyorlardı ki Zübeyde Hanım, oğlu hoca olsun, alim olsun diye zorla onu medrese eğitimine yolladığını…

Bilmiyorlardı ki, annesinin ona, “iyi bir hoca ol, her müslümana dinimizi öğret, yardımcı ol” diye her sabah sıkı sıkı tembih ettiğini!

Ama savaş algısıyla, dini kullanarak Atatürk bir anda kafir ilan ettiler.

Bu vaatlerle ağzının suyu akan bu hainler, haklı olarak derdest edildiler ve nihayetinde idam edildiler.

Vatana ihanetin bedeli ölümdür! Bu konuda hepimiz hemfikiriz sanırım.

İngiliz Mandasının bu planı suya düşmüştü…

Atatürk’ün öyle bir düşüncesi olsa tüm islam önderlerini kılıçtan geçirirdi. Bunu yapacak gücü vardı. Halkın dinini anlayarak, öğrenerek sadece kendi vicdan karinesinde, kimseye ele geçirtmeden, en sufi duygularla yaşamasını arzuluyordu.

İslam’ı kullanarak halkının aldatılıp, ayaklanmasına göz yumamazdı.

-E, zorla kafamıza şapka geçirdi.!

Evet ilk etapta bazı değişimler zor gelebilir, fakat Avrupa buharlı makineler, savaş uçakları, tanklar, tüfekler, zirai makineler vs. üretmeye başladığında, sen üretmeden, dedenden kalan serveti yedin. Yedin bitirdin, sonra borç aldın, borçlarını ödeyemedin. O borçlar astronomik rakamlara ulaştı. Sonra aldılar seni kucağa padişah efendi.

Yaz dediler yazdın, çiz dediler çizdin…

Memleketi bölüştüklerinde onay veren, kabul eden, hatta ne yazık ki, takdir eden taraf olmuştun!

Böyle bir harap haldeyken, halkın kalbur üstü kesim fesh ile dolaşıyordu.

Sen o fesi bile takamadın güzel kardeşim!

Savaştan çıkılmış, düşman püskürtülmüş yeni bir vatan kurulacak fakat ne para var ne imkan!

Dış borçlar almış başını gidiyor.

Atatürk’ün yüksek zekası ile başka bir ülkeden portakal fideleri getirilir. Ege ve Akdenizde fideler gün gelir büyür, meyve verir hale gelir.

İşte bu portakalların ihracatıyla çok güzel para kazanılır ve devrimler ardın sıra yapılmaya başlanır.

Üretimhaneler, fabrikalar açılmaya başlar. Sadece 10 yılda tüm dış borç kapatılır, ülkede yavaş yavaş refah seviyesi yükselmeye başlamıştır. Çok partili sisteme geçilen o dönemde, Adalet Partisi Adnan Menderes dönemini iyi analiz edin. Kendiniz cevabını bulursunuz zaten. İlk fırsatta üretimi durdurdular? Nasıl mı? Amerikadan traktör getirdiler, otomobil getirdiler, siz ne uğraşıyorsunuz canım alın size yapılmışı var. Hem de parasını hemen istemiyoruz, ne zaman canınız isterse o zaman verin diye bal çaldılar ağızlarına! Süt üretimini durdurdular. Bizi biz eden iki değer, Tarım ve Hayvancılık… Bakınız hala aynı politikaları uyguluyorlar. Süt tozu dayattılar bu millete. Okullarda öğrencilere süt tozu verdiler. Bir çok hastalığı beraberinde getirdi, hasta ettiler bizi. Sonra ilaçlarını sattılar. Her taraftan sömürülüyorduk. Bizimkilerin de kolayına geldi, menfaatleri de görüldü… Daha ne olsun! “Devletin malı deniz yemeyen domuz” u biliriz de, devletin üretimlerini durdurmaya yönelik eylemleri kabul görmek, bunun izahı yok işte! Sonra niye asıldı bu adamlar? E cevabı kendin buldun işte güzel kardeşim.

Bitti mi, ne mümkün!?

-E, hilafeti kaldırdı, saltanatı kaldırdı.

Saltanatı kaldırmasındaki sebep, Bu necip milletin iradesine kimsenin müdahale etmeden, halkın hürriyet içinde yaşaması isteği. Çünkü şu bir gerçek ki, dini; vicdan karinesi ve yaşam biçimi dışında her alanda kullanmak isteyen milletler, aldatılmaya, kandırılmaya müsait hale gelirler.

Bugün bunun örneklerini görmüyor muyuz?

Batıda herkes kendi dinini çok güzel yaşıyor.

Dini asla menfaat uğruna kullanmıyorlar.

Pirim veren yok çünkü.

Devleti dinlerinin emirlerine göre yönetmiyorlar. Dinlerini de bizden kat kat iyi yaşıyorlar.

Unutmayın, onlar da aynı Allah’a inanıyorlar.

Onlar görevlerini yaparken, zenginleşirken, müreffeh bir yaşam içinde halklarının menfaatini düşünürken, biz ne yapıyoruz?

Şimdi kurban olduğum Allah nazarında hangimiz daha yakınız yaradana? İslam coğrafyasına bakın, kan durmuyor. Kin, nefret, savaş bitmiyor bu topraklarda.

Neden? Kullanıyorlar çünkü. Batının sinsi gözü açığı buldu mu yüzyılları kapsayacak bir plan oluşturur hemen.

Şu sözü çok severim.

“Bir derede kavga eden iki balık görürseniz, bilin ki oradan bir İngiliz geçmiştir.”

Arap Savaşında casus Lawrence ‘ın hayatını okumanızı dilerim, Google da resimleri dahi var.

Casus Lawrence’ın şu sözünü hiç unutmam;

“Müslümanlık rolünü o kadar iyi oynuyordum ki , bazı geceler kalkar namaz kılardım.”

Bugün hala 1818 de cereyan eden Osmanlı-Suudi savaşında bize ait olan askeri araçlar, çölün ortasında, Arap çocuklara Osmanlı’dan kurtuluşumuzun sembolü diyerek anlatılıyor, ders çıkarılması isteniyor.

Casusluk eylemleri ile, dini duygular kullanılarak yıllardır tahrip ediliyoruz. Fiziki savaş açamıyorlar çünkü, çok ağır bir yenilgi aldılar, çok değil 100 yıl önce, gözleri korkuyor! Fakat gizli casusluk faaliyetleriyle, hipnotekniklerle, algı operasyonlarıyla, siyonizmle, içimizdeki sebatayistlerle vs, bu işi iyi beceriyorlar. Bugün hala hutbelerde onların istediği gibi konuşan imamlar haddinden fazla.

Tüm bu yaşanan hadiselerden sonra, sen o adama dua etmen gerekirken bir de utanmadan hakaret et.

Çanakkale zaferini melakeler yardımıyla kazandık diye tüm şehitlerin kemiklerini sızlat!

Araştırsan belki kendi dedesi bile orada şehit olmuştur. Fakat kendi ailesinin tarihinden bile bihaber olduğuna bahse girerim.

Bu ülkede her ailenin kökeninde mutlak suretle şehitlik mertebesine ulaşmış bireyler vardır!

Şehitlik, gazilik bu kadar kutsalken, herkesin adını ağzına dua ile alıyorsun da Atatürk’ün niye almıyorsun.

Algıyla beynini yıkamışlar.

Senin yıkamamış olabilirler, ama ailenin yıkamışlar.

O da kendi bildiğini sana aktararak seni de çembere almış oldu.

Seni; okumadan, araştırmadan, anlamadan bir Atatürk düşmanı haline getirdiler.

Bu ülkenin bir ferdisin, ailenin bu ülkenin evlatları. Ama yaşadığın o ülkenin liderine hakaret ediyorsun. Bunu bizden başka yapan bir millet var mıdır?, merak ediyorum.

Düşünsenize; Tüm dünyanın hayran olduğu, örnek aldığı, hatta fikirlerini uyguladığı bir lideriniz var ama siz ona küfür ediyorsunuz, gurur duymak yerine. Atatürk, nasıl Fatih Sultan Mehmed ile iftihar ediyorduysa biz de tüm liderlerimiz ile iftihar etmeliyiz.

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözünün tüm dünya ülkeleri tarafından şiar edildiğini unutmamamız gerekiyor.

Vesselam…

Aslında malum olay; Erzurum’da bir dönercinin Atatürk’e hakaret ettiği haberini görünce, basitçe bir kınama mesajı yayınlayacaktım ama yukarıda okuduğunuz satırlar dökülüverdi içimden.

Kurtuluş Savaşı’nın başladığı şehir Erzurum’a yakışmıyor.

Erzurumluların;

Erzurum’un fahri hemşehrisi ve mebus adayımız ol” teklifini,

Erzurum sevgisinden dolayı, kabul eden bu adama bu yaklaşım yakışmıyor.

Sözlerimi, Mevlana’nın şu sözüyle bitirmek isterim;

“İslam’ı yobazlardan koruyun, aksi takdirde dünyayı İslâm’dan koruyun.”

Kalın sağlıcakla…

Bahadır EREN – 12.11.2023

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu