Gazete Güncel- Adnan Oktar örgütünün içerideki ve dışarıdaki bağlantılarıyla yargıyı etkileme çabası sürüyor. Özellikle Türkiye düşmanı devlet ve istihbarat örgütlerinin destek vermesi örgütün ülke için milli güvenlik meselesi olduğunun gösteriyor.
Adnan Oktar Suç Örgütü Operasyonu’nun başındaki isim olan dönemin Mali Şube Müdürü Furkan Sezer, örgütün yapısını, faaliyetlerini ve süreci anlattı.
Adnan Oktar Suç Örgütü Operasyonu’nun başındaki isim olan dönemin Mali Şube Müdürü Furkan Sezer
ÖRGÜTE KARŞI YÜRÜTÜLEN OPERASYON SÜRECİ NASIL BAŞLADI?
“2017 yılında, A9 kanalı yaklaşık son senedir çok ciddi bir yayın popülerliğine kavuşmuştu. Youtube’da, başkaca dijital platformlarda ya da sosyal medyada çok fazla karşıma çıkıyordu. Bir akşam yine böyle bir A9 yayınına denk geldik. Gece şubede çalışıyordum. Sonra kendi kendimize bütün gün evde oturuyor, yayın yapıyor bu yayınlardan kazanılacak bir para değil diye düşünürken üzerinden kırk sekiz saat geçmedi, örgütten henüz ayrılmış Özkan Mamati isminde birinin bir CİMER’e ihbarı düştü. Verdiği detayları kısa bir sürede çalıştım. Teyit edilebilecek şekilde bazı şeyler yazmıştı; örgütle alakalı, örgütün finans sistemiyle alakalı, cinsel sömürü düzeni ile alakalı. Oradan hızlıca teyit edebildiklerimizi teyit ettik.
Bununla ilgili daha öncesinde bize bir ihbar gelmiş mi diye bir bakalım dedim. Arkadaşlar kontrol ettiğinde 2016’da bir soruşturmaya başlanıldığını ancak devamının getirilemediğini söylediler bana. Çünkü 2016’da bu darbe teşebbüsü ile daha önemli bir konu olduğu için soruşturulması gereken birçok FETÖ dosyalarımız vardı. O yüzden bazı diğer dosyalar, soruşturmalar yavaşladı. Sonra o soruşturmayı aldım, Sayın Mustafa Çalışkan’a gittim. Böyle bir dosyanın olduğunu ve bu konuyla ilgili çalışmak istediğimi söyledim. O da bana bu örgütün bürokraside, hukuk alanında güçlü olduklarını ve finans kaynakları olduğunu söyledi. Hatta 1999 operasyonunu yapanlar hâlâ yargılanıyor, dedi. Ben de düzgün bir tahkikat yaparsak etkili bir soruşturma olabileceğini belirttim.
Başsavcı Hasan Yılmaz’a dosyayı anlattım ve çalışmak istediğimi söyledim. “Ben elimden ne geliyorsa yardımcı olurum. Ne gerekiyorsa yap” dedi. Sonra da biz ifade almaya başladık. Örgütten ayrılan, örgütle ilgili, bilgisi olan kişilerin ifadelerini aldık. Böylece soruşturma başlamış oldu. 2017’nin Aralık ayında.”
“TÜRK AİLE YAPISINA YÖNELİK CİDDİ TEHDİT”
“Örgütü tehlikeli kılan şeylerden biri Türk aile yapısına yönelik ciddi bir tehdit olmasıdır. Adnan Oktar’ın aile kavramına inanmaması ve gösterişe dayalı bir yaşam tarzı sunması bu olumsuz etkinin altını çizer. Örgüt içinde çok eşlilik ve küçük yaşta kızların cinsel sömürüsü gibi ciddi suçlar bulunmaktadır. Ayrıca gizli kasetler ve şantajlar da örgütün yöntemleri arasında yer almakta olup, en tehlikeli yönü ise bireylerin irade ve karakterini kırmaya yönelik bir sömürü düzeni kurmasıdır. Hem maddi hem manevi açıdan bu düzen içinde birçok insan mağdur olmaktadır. Örgüt aynı zamanda ülke için casusluk faaliyetleri gibi tehlikeli suçlar işlemekte ve toplumun değerlerine saygı göstermemektedir. Özellikle genç kızlara ve kadınlara yönelik saygısızlık ve suistimaller sıklıkla görülmektedir.”
“ADNAN OKTAR 2018’DEKİ OPERASYON ÖNCESİNDE BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR, FETÖ GİBİ…”
“Örgüt, erkekleri aldığında hemen suç işletmek suretiyle onları bağlamakta, finansal ve cinsel suçlarla bu bağlılığı sürdürmektedir. Bu durum örgütten kolayca çıkmanın önüne geçmektedir. Ben herkese şunu anlatıyorum: Adnan Oktar 2018’deki operasyon öncesinde bir terör örgütüdür, FETÖ gibi hatta silahlı bir terör örgütüdür. Çünkü çevresindeki insanların silahlı olduğunu gördüğümüz yerler oluyordu.”
İSLAMİ CAMİAYI NASIL KANDIRDILAR?
“İslami camiayı Türkiye’de en çok kandıran iki örgüt var: Bir tanesi FETÖ, diğeri Adnan Oktar. Neden? Çünkü ben şunu hatırlıyorum: 80’li yılların ikinci yarısı ve 90’lı yılların başında, askeri vesayetin çok ciddi olduğu yıllarda, özellikle 28 Şubat’a giden süreçte İslami camia üzerinde çok ciddi bir baskı vardı. Bu baskıya karşıymış gibi görünen iki unsur vardı: Biri Fethullah Gülen, diğeri de Adnan Oktar. Bu durumu İslami camianın sempatisini kazanmak için planlanmış olabilir.
Dolayısıyla, o dönemki askeri vesayetin bu iki figürü özellikle ön plana çıkarmış olabileceğini ve toplumu gelecekte manipüle etmeleri için desteklemiş olabileceklerini düşünüyorum.”
ÖRGÜTÜN İSRAİL BAĞLANTISI
“Örgüt İsrail’le çok ciddi ilişki içinde. Elini kolunu sallayarak gittikleri İsrail’de, İsrail Dışişleri Bakanı veya Netanyahu’yla çok rahat bir şekilde görüşebiliyorlar, çok rahat bir şekilde iletişim kurabiliyorlar. Gittiklerinde hem Mossad’ın başında hem de İsrail’in ikinci bir istihbarat örgütünün başında olan Yuval Diskin ile çok samimi ilişkileri var. Şu anda Yuval Diskin, İsrail’in çok ciddi bir silah üreticisi olan bir şirketin CEO’su. Bu şirket, roket üretiyor ve bugün İsrail’den Filistin’e, Gazze’ye atılan roketlerin üretici şirketinin başında bu adam var ve Adnan Oktar örgütüyle çok ciddi ilişkileri mevcut.”
“ADNAN OKTAR ÖRGÜTÜ İLE İSRAİL’İN İDEOLOJİLERİ AYNI DOĞRULTUDA”
“Adnan Oktar, basına yansıyan haberlerde de görüldüğü üzere, İsrail’den Tapınak Şövalyeleri olarak adlandırılan bazı insanları ağırladı, gezdirdi. Örgüt, Masonluk, Tapınak Şövalyeleri ve İsrail gibi unsurlara yakınlık duyuyor. İsrail ile bu yakın ilişkilerin temel sebebi ideolojik nedenler de içeriyor. Mehdiye inanma ve mehdiyetin bu topraklarda hâkim olacağı gibi bir söylemleri var. Netanyahu da İsrail’deki insanları bu söylemle konsolide ediyor. Adnan Oktar örgütü ile İsrail’in ideolojileri aynı doğrultuda, dolayısıyla bir fikir birliği de var. Sadece fiziki veya maddi menfaatler değil, manevi ve ideolojik bir ortaklık da mevcut.”
TEHLİKELİ BİR AĞA SAHİPLER
“Leyla İsmailova vakası da önemli. Bu kadın, Rusya ile Türk resmi heyetlerinin arasındaki görüşmelerde Rusya adına tercümanlık yapmış ve bu görüşmeleri Adnan Oktar’ın talimatları doğrultusunda yönlendirmiş bir isim. Türkiye Cumhuriyeti haber almadan Adnan Oktar, bu görüşmelere ait tüm belgeler ve bilgilere sahip oluyordu. Örneğin, Akkuyu Nükleer Santrali ve Soçi görüşmelerinde yer aldı. Soçi’deki görüşmelerde Ankara’nın haberi olmadan Adnan Oktar’a aktarılıyordu. Bu durum, örgütün ne kadar tehlikeli ve geniş bir ağa sahip olduğunu göstermektedir.”
FETÖ İLE OKTAR ÖRGÜTÜNÜN BENZER YANLARI VAR
“Benzerlikleri görmek için 1980’li yıllara gitmek gerekiyor. Her iki örgütün çıkış noktası aynıydı: Anti darbe söylemiyle ortaya çıktılar ve yaradılışla ilgili konferanslar ve yayınlar düzenlediler. İkisinin de ılımlı İslam ve dinler arası diyalogla ilgili söylemleri vardı. Temel fikirlerinde ciddi benzerlikler bulunuyordu. Ayrıca, gizli ses kayıtları, şantajlar ve finansal oyunlar her iki örgütte de görüldü. Her iki örgütün de yurtdışı bağlantıları ve İsrail hayranlığı bulunmaktaydı. Ergenekon Operasyonları döneminde her iki örgüt de müdahil oldu. 2008 yılında FETÖ’cü savcılığa yönelik yapılan bir operasyonda, örgütün önüne altmış dosya akamete uğratıldı. Adnan Oktar’ın söylemlerinde, Fethullah Gülen’i övdüğü ve onu bir mehdi olarak gördüğü ifade ediliyordu, hatta mehdinin yardımcısının Kahtani olduğunu iddia etmişti. Bu söylemleri televizyon programlarında dile getirmiş ve methiyeler düzmüştü.”
OPERASYONU BİZDEN BEKLEMİYORLARDI
“Hiç vazgeçmek istemedim. Hatta operasyona başlamadan önce operasyonun herhangi bir şekilde akamete uğramasından çok korktum. En önemli şey burada soruşturmanın gizliliğiydi. Deşifre olmaması gerekiyordu çünkü deşifre olursa örgüt bunun üzerine çok güçlü bir şekilde gelecekti. Örgüt, bu tür operasyon hazırlıklarından ya da operasyonlardan hep daha güçlü çıktı. Eğer burada da deşifre olsaydık, daha güçlü bir hale gelecekti ve onları daha dokunulamaz yapacaktı. En büyük korkum bu oldu. Benim en çekindiğim şey deşifre olup olmayacağımızdı. Ancak bizim mali şube olmamız durumu değiştirdi. Operasyonun bizden geleceğini tahmin etmek zordu. Hep organize şube, asayiş şube, terör şube gibi birimlerden bekliyorlardı. Araştırmaları da bu şubelere yönelikti. Bizden böyle bir operasyon beklemiyorlardı. Açıkçası, bu durum şahsi ve kişisel bir mesele haline gelmişti.
Olmadık olmadık davalar açıyorlar, sosyal medyada saldırıyorlar. Ama fiziksel bir şeye denk gelmedim.”
“EN FAZLA CANI YANAN, EN BÜYÜK MAĞDURİYETİ YAŞAYANLAR KADINLARDI”
“Evet, canı yananların hayatları karartılanların çoğu destek oldu. Özellikle bu örgütün karşısında duranlar ve mahkemenin bu aşamaya gelmesine destek olanlar kadınlar ve kız çocuklarıdır. Oran olarak en fazla mağdur olanlar da yine kadınlardır. Kız çocukları ve kadınlar, erkeklerin birkaç katı kadar fazla bu mücadelede yer aldılar. Çünkü en fazla canı yanan, en büyük mağduriyeti yaşayanlar kadınlardı.
Ben devletin artık bununla ilgili gereğini yapması gerektiğini düşünüyorum. Devletin bu örgütten zarar gören insanların kalplerini onarması lazım. Çünkü bu işin sosyolojik tarafı da var. Bu sosyolojik yara, örgüt içeride olsa bile mağdur edilen insanlar toplumda olduğu sürece devam ediyor. Bununla ilgili de birtakım adımlar atılması gerektiğini düşünüyorum.
Tabii ki bunların yeniden doğup büyümemesi için önlemler alınması gerektiğini de düşünüyorum. Şimdi, özellikle pandemiden sonra çok tuhaf inanışlar, spiritüel ritüeller, bazı ayinler, Göbeklitepe’de danslar, cami avlularında dönerek yapılan ayinler gibi şeyler var. Bu çok göze çarpıyor şu anda. Ben vatandaş olarak seyrediyorum, ama devletin kenarda durup bunu seyretmemesi lazım. En azından ne olup bittiğine dair bir bakması lazım. Çünkü bu durumlardan hem maddi dolandırıcılık çıkıyor hem de cinsel istismar vakaları ortaya çıkıyor. Bir de dini duyguların istismar edilmemesi gerekiyor. İnsanı hayata bağlayan şey inancıdır. Bunun istismar edilmemesi ve önlenmesi gerekiyor.”
KAYNAK: MİLAT