DOLAR 34,1029 0.21%
EURO 38,1126 0.08%
ALTIN 2.841,150,43
BITCOIN 21713472.59384%
Erzurum
10°

HAFİF YAĞMUR

Bahadır Eren

Bahadır Eren

17 Ağustos 2024 Cumartesi

EKMEK VE SİYONİZM

EKMEK VE SİYONİZM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kutsalımız, Hayat Kavgamız…

Bazen derdine düşmemiz gereken tek şey…

Kökeni M.Ö. 10.000 ’li yıllara dayanan ekmeğin, Mısırlılar tarafından tesadüfen bulunduğuna inanılır.

Toplumların ana besin kaynağıdır. Bu durum, ekmeğin hammaddesi olan buğdayın bereketine bağlanabilir. Buğday üretiminde dünya devi olan ülkeler, haliyle tüm dünyaya ekmek sağlıyorlar. Ülkemizde tarımsal faaliyetlerin bilinçli olarak azaltılması, bu rekabetin bir gereği olarak görülüyor.

Örneğin, buğdaydan çok daha değerli olan şeker üretimi bilinçli olarak kota uygulamasıyla engellendi. Çünkü şekerin sahibi olan, her şeyin sahibi olur. Şekerin kullanım alanı oldukça geniştir.

Kağıt üretiminden, ilaç sanayisine kadar, içeceklerden, biyokimya sektörüne kadar bir çok alanda kullanılır.

Şeker diyip geçme yani…

Pazarı eskimeyen ve her geçen gün daha da değer kazanan bir emtiadır. Kota nedeniyle kimse şeker pancarı ekmedi, çünkü elde kalma riski vardı. Haliyle fabrikalar boş kaldı ve zarar ettiler. Zarar ettikleri için de neredeyse bedavaya satıldılar.

Türkiye’nin olağanüstü zengin buğday biyoçeşitliliğini ortaya koyan yerel buğday çeşitleri ve yabani akrabaları üzerinde yapılan araştırmalar ve çalışmalar, buğday çeşitliliğimizin yüzyıllardır yaşam kaynağımız olduğunu gösteriyor. Ancak dünyanın en kaliteli buğdayını üretmemiz engellendi. Siyez, Gernik, Havrani gibi kutsal öneme sahip buğday miraslarımız yok edildi!

“Toplumun kültürünü korumasının yegâne unsuru, geçmişinin izinden kopmamasıdır.”

Yaşadığımız toprakların bize sunduğu bu nimetleri, kaç nesil önce gelenek yoluyla miras olarak bizlere kadar taşıyan, bu yazısız toplumsal kanunların aynı silsile ile devam etmesi gerekiyor ki korunabilsin ve bir sonraki nesile aktarılabilsin.

Ama maalesef, batının dayattığı sistem bizi ana unsurlarımızdan kopardı. Bu mirasların çoğu yok edildi. Toplumsal bir erozyon yaratıldı ve ne yazık ki başarılı olundu. Bizi biz yapan unsurları unutturdular bize…

Gelelim Ekmek Konusuna…

Bir ülkede insanlar en çok neye bağımlıdır diye sorsalar, akla ilk gelen madde ekmek olurdu herhalde. Ekmeğin girmediği ev yok.

Diyet yaparken ekmeği kesmek zorunda kaldığımızda perişan oluyoruz. Ekmek bizim yemek kültürümüzde o kadar derin yer edinmiş ki, tabağın altını ekmekle sıyırıyorsan, bandıra bandıra yemeyi seviyorsan, ekmek mi eşin mi diye sorsalar, insanın aklına önce ekmek gelirdi heralde.

Peki, ekmeğe bu kadar tolerans göstermemiz normal mi? Bu kadar bağımlılık yapması normal mi? Bizim o harika buğdayımız yok edilip yerine GDO’lu buğdayla üretilen ekmeğimiz sizce ne amaçla bize dayatılıyor?

Tabloya biraz geniş bir pencereden bakmamız gerekiyor. Dünya devleri, senin gibi “gelişmekte olan ülkelerin” gelişmemesi için her türlü sinsiliği yapıyorlar. Bu bir sömürü düzeni özetle…

Bu sömürü düzeni olmasaydı, Afrika dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alırdı. Yer altı kaynakları, altın, değerli taşlar, elmas… Ne ararsan var Afrikada…

Ama köle konumundalar, sömürü içinde oldukları için…

Ülkemize dönecek olursak, sömürü düzeni öylesine tıkır tıkır işliyor ki; hem kültürümüzü, hem değerlerimizi, hem de servetimizi talan ediyorlar…

İstedikleri an bizi hasta edebiliyorlar, sahte bilimlerle beyinlerimizi yıkayıp ilaçları dayatıyorlar. Medya ve sosyal medya aracılığıyla saygısız, sevgisiz ruh hastası insanlar türetiyorlar. Toplumun yeni bireyleri, sakat bireyler haline geliyor.

Ne kadar saçmalarsan o kadar zengin, o kadar popüler oluyorsun. Sürekli bu saçmalıkları ödüllendiriyorlar ki, beynimizin ödül sistemi değişsin!

Toplumlar, geleneklerinin ve geçmişlerinin ışığında oluşan yaşam tarzı sayesinde bir arada kalabilirler. Ülkemizde bile, örneğin Rizeliler bir yerde, Karslılar bir yerde koloni mantığıyla bir arada yaşarlar.

Memleket, etnisite, din, yaşam tarzı gibi faktörlere göre insanlar yaşadıkları yeri seçiyorlar. Toplumu yozlaştırdığınızda, dağılır gidersiniz. Bakınız, bunu fark eden yurt dışına kaçan kaçana bir dönemdeyiz!

Kaçmayanlar ise, dayatılan sistematiğin içine hapsolmuş, hiçbir şüphe duymayan, yapılanların bilincinde olmayan ana güruh!

Tehlike işte burada başlıyor…

Uyutuluyoruz, üstelik uyutulduğumuzun farkında bile değiliz. Hatta en uyanığı biziz, kim bizi uyutabilir ki düşüncesindeyiz…!

Bu algı sistematiğinin içinde ekmeğin rolü çok büyük! Hatta tükettiğimiz tüm ana gıdaların içinde siyonizmin kirli formülleri var!

Her türlü sömürü dedik ya! Kültürümüzü, geçmişimizi, servetimizi talan ediyorlar, ama sizce asıl korumamız gereken ana servetimiz “genetiğimiz” değil mi?

“Bir toplumun ortalama yapısına göre sahip olduğu ortak genetik üstünlükler, o milleti millet yapan üstünlüklerdir.”

Toplumların da insanlar gibi ana duyguları vardır. Mesela bazı ülkeler sinsi, bazıları gaddar, bazıları dindar yani inançlı olarak yorumlanır.

Bizim toplumumuzun en büyük genetik üstünlüğü bana sorarsanız; savaşçı, dayanıklı ve bilimi önemseyen bir millet olmasıdır.

Nice bilim adamları çıkarmışız 1000 yıldır bilinen! Dünyaya yön veren isimlerin çoğu bizden…

Matematiğin mucidi içimizden biri.

Birçok bilimin mucidi bizden biri.

Ama batı sömürüsünde unutuldu gitti, birçok kıymetli değer gibi…

**Bu parantezden sonra tekrar ekmeğe, yani buğdaya dönelim…**

Ekmek, ülkemizde birçok ülkede olduğu gibi ana tüketim maddesidir, hemen hemen her eve giren bir gıda sonuçta.

Bu ekmeğin yapımında kullanılan GDO’lu buğdayla, toplumumuzun savaşçı ve dayanıklı yapısını yani testosteron seviyesini kırmaya çalışıyorlar. Erkek çocuklarında meme küçültme ameliyatları yani jinekomasti ciddi seviyelere ulaştı. Bir erkek çocuğunun memesi neden büyüsün?

Testosteron seviyesi düştükçe, östrojen yani kadınlık hormonları baskın hale geliyor. Doğurganlık oranı inanılmaz derecede düşmüş durumda. Sağlık kayıtlarına göre 1940 lı yıllarda toplumumuzun ortalama sperm sayısı 140 milyon iken şu anda 45-50 milyon seviyesinde seyrediyor.

Kısırlaştırıyorlar bizi. Çünkü kalabalık olmak güç demektir.

Aslında bir taşla iki kuş vuruyorlar; Hem toplumun maskülen yapısını hormonlarla oynayarak kırıyorlar, hem de doğurganlığını azaltıyorlar. Bunu da her eve girme olasılığı yüksek ekmek, yani GDO’lu buğday ile yapıyorlar…

Ucuz olduğu için, uygun olduğu için makarna tüketimi yüksek bir ülkeyiz. Makarnada da aynı buğday kullanılıyor…

Siyonizm o kadar tehlikeli ve sinsi bir oluşum ki; ne acıdır ki, ekmek gibi kutsal gördüğümüz bir kavramın içine bile sızmış durumdalar. Ekmek ve Siyonizm yazımızın sonuna gelirken, toplumsal farkındalıklarımızı arttıracak eylem planları içine girmemiz gerekmekte olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Ve o kutsal değerimizle bizi günden güne yok ediyorlar…

Bahadır Eren

Devamını Oku

Türkiye Aslında Nasıl Yönetiliyor?

Türkiye Aslında Nasıl Yönetiliyor?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Mektup tadında düşüncelerimi yazdım, umarım beğenirsiniz.

Aslında konuya nereden nasıl başlayacağımı, nasıl bir giriş yapacağımı bilemiyorum…

Ülkemiz gibi, yönetimsel karışıklık içinde olan ülkeler, aslanların iştah kabarttığı bir av haline geliyor.

Bu yazının başlığı, aslında “Aslanlar Acıkınca” olabilirmiş…

Yazının devamında bu aslanlarla tanıştıracağım sizi, hiç merak etmeyin…

Kimi aslanlar iyi, kimileri çok kötü…Normal kötü olanlar yok, ortası yok.

Ya iyi, ya çok kötü!

Çok kötü olanları tanıyacaksınız bu yazının sonuda…

Global çalışan, ülkemizle ticaret içinde olan iç ve dış firmalar; fırsatları önceden sezerek, ona göre planlama yaparlar.

Ülkedeki siyasal, sosyal, teknolojik -artık adını ne koyarsanız koyun- gidişatlara göre, geleceği görerek eylemlerine başlarlar! Durumlara göre bir ticari eylem planları geliştirirler.

Ve tabii ki mevcut halin sürmesi için yapılabilecek eylemleri önceden planlarlar…

İyileri tenzih ediyorum. İyilerin hakkı ödenemez çünkü global milyonlarca kişiye ekmek veriyorlar.

Ekmek vermek, insanın var olduğu günden beri var olan bir olgu…

Eski dönemden bir kesit birlikte hayal edelim, dilerseniz…

Ahali çalışır, toplar biriktirir iş sahibine, köyün ağasına getirir, o da onlara ekmek verir, hayatta kalmalarını sağlar. Bugün orta direk ve altı dediğimiz kesim, yani bizler, modern köleler değil miyiz aslında?

Devletlerin yönetilme şekli en yalın hali ile bu değil mi?

Biraz ilkel örnekleme yaparak düşünmek daha etkili olacaktır, konunun tam anlaşılabilmesi için…

Eskiden; zenginler göbeğini kaşıyarak eğlensin diye, arenalarda, gladyatörler savaştırılır, aslanlara yem edilirdi değil mi?

Şimdi de hem zenginler hem ahali eğlensin diye, -ki o ahali, müşterilerdir- arenalar yerini futbol sahalarına bıraktı. Aslında daha yukarıda daha büyük eğlenen bir grup var.

Göbeğini kaşıyarak eğlenen aynı grup…

Bir gün bu grup, “bundan iyi eğleniyoruz, halk da eğleniyor. Bunu neden sektöre çevirmeyelim” diye düşünüyorlar.

Bakın aynı dopamini salgılatan, bizi şartlı mutlu eden duyguları tetikleyen aktiviteler bunlar. O yüzden eğlence deniyor ya…

Gayet insani bir duygu…

Şartlı mutluluk diye bir kavram var mı bilmiyorum ama, olması veya olmaması durumunda da sizi içerde tutan bir duygu çeşidi bana göre.

Çünkü kaybedince, bir sonrakinde olacak diye hırslanıyoruz… kazanınca; başardık, victoryyy naraları atıyoruz…

Kumar bağımlılarının da bence yenildiği duygu bu.

Şartlı mutluluk.

Ve bu işleyişin sürekli işlemesi gerekli ki alışkanlık haline gelsin…

Dopamin bağımlılığı derler buna…

Sen alışırsın, onlar para kazanmaya devam ederler…

Sigara için de geçerli bu, bir gereç satın alırken de geçerli…

Bakınız dünya geneli en büyük borç, kredi kartı borçları…

Borçlandır, köle yap, çalıştır daha zengin ol!

Tüm dünyanın kredi kartları iki firmaya ait sadece. Mastercard ve Visa.

Bu ikisinin sahibine bakarak dünyayı kimin yönettiğini anlayabilirsiniz…

Belki zıt görüşteler, belki aynı fark etmez. Kendi firmaları olsa da bu iki firma, yine de rekabet unsuru değişmez.

Ben ikisinin de aynı el olduğunu düşünüyorum. O ayrı bir konu…

Konumuza dönersek, Arena ile Futbol sahaları aynı mantık değil mi?

Değişen dünya şartlarına göre, modern bir hale dönüştü;

o bahsettiğimiz duyguyu tetikleyecek aktivite… Bir topun peşine kırk kişi düşüyor, bizler de heyecanla seyreyliyoruz.

Sektör muazzam. Aynı zamanda; Bir erkeğin erkeksi dürtülerini bir nebze kıran, stress attıran bir eğlence.

Her derde deva… Varın siz düşünün bu duygunun nasıl modernize edilerek para basma makinesine dönüştüğünü…

Maç esnasında kavga çıkınca, nasıl kabardığımızı düşünün. Aynı ilkel dürtüler değil mi?

Sistem değişebilir ama verdiği duygu, o haz aynı olmalıydı.

Mesela; mensubu olmaktan gurur duyduğum Fenerbahçe ile Galatasarayın ezeli rekabeti bir takım fırsatlar doğurmamış mıdır?

Bunu ticarete uyarladığında ortaya muazzam bir pasta çıkıyor.

Müşterileri o kadar çok ki.. Hemen hemen hepimiz o müşterileriz. Ölmeyecek bir sektör…

Aslında gerçekten bir düşünün hepimiz o pasta sahibinin köleleriyiz…

Nasıl mı?

Size tek soru sorsam yeterli…

Hangi takımlısınız?………..

Spor programlarından, astromik oyuncu fiyatlarına, sportif giyimden, büyük futbol organizasyonlarına kadar devasa bir sektör…

İsmini vermeyeyim, dünyanın en büyük spor ürünü satan iki firması var biliyoruz. Dikkat edin hep iki kişiler genelde. Tıpkı Kredi kartı firmalarında olduğu gibi…

İki kişi arasında oluyor o rekabet…

Hadi yine eski dönemlere bir yolculuk yapalım…

Küçük bir toplumu yöneten bir kabile düşünün, bugün bir köydeki bir muhtar tarafı ile, seçimde ikinci olan taraf gibi deği mi?…

O dönem mızraklarla dolaşıyordular, şimdi de çift silahla köyün içinde cirit atıyor iki tarafın gençleri…

Bakın hep iki grup yada kişiler. Üçüncüsü yok.

Çünkü ilkel iç güdü…

Dünya üzerindeki tüm eylemler, olaylar, ticaretler, gelişimler kısaca her şey insani dürtüler ve duygulardan mütevellit ortaya çıktığına göre… Bu duygulara göre hareket eden kazanıyor özetle.

Bir de afedersiniz bokunu çıkaranlar var.

Değişikler için değişik fikirler çıkaralım diye uğraşan “değişik girişimciler”, Konsept restaurant adı altında; müşteriye hakaret ederek yemek hizmeti veriyorlar.

Yanlış okumadınız, şaka hiç değil!

Dünyada yeni akım bu şimdilerde. Örneğin eşinizle dostunuzla bu restauranta gidiyorsunuz. Tabii konsepti bildiğiniz için, alınmaca gücenmece yok.

Dialog şu şekilde;

Müşteri: Pardon garson bey bakar mısınız?

Garson: Başlatma lan garsonuna.!

Ne istiyorsun çabuk söyle!

Sinkaflı küfür var mı bilmiyorum. Ama diyaloglar hakaret üzerine ilerliyor.

Ve diyalog bu şekilde ilerliyor. Hakaretin binini işitiyorsun eşinle dostunla, yemeğini yiyip, yüksek faturalar ödüyorsub bir de üstüne bahşiş veriyorsun, küfür hakaret yediğin için.

Allah akıl fikir versin…!

Sorsan, manyakmısınız siz lan desen; Ama konsept bu diyecekler…

Konudan yine çıktım, kusura bakmayın;

Hani dedik ya dünyayı yöneten eller…

Dünyayı yöneten bu ellerin, dünyanın üzerine satranç oyuncusu gibi pür dikkat çöküp olayları izleyip, fırsat ararken düşünebiliyor musunuz şimdi daha rahat…?

Bana göre iyileri fırsatları okuyor, kötüleri de satranç tahtası gibi sürekli, hafiften ağıra olmak üzere bir takım eylemler içine giriyor.

Kimi basit bir yönlendirme ile kimi bombalar patlatarak işini hallediyor, oyununu seyrine sokuyor…

Oyunda kalıyor tabiri caizse…

Çok kötüler dememin sebebine gelelim.

Bence bugün dünya üzerinde ne kadar terör örgütü varsa, hepsi bu çok kötü olanlara hizmet etme amaçlı ortaya çıktılar!

Nasıl mı?

Örneğin ülkenin bir yerinde patlayacak bir bombayla onların ticareti devam edecekse bu eylemi zerre vicdan yapmadan hayata geçiriyorlar.

İzleyenler bilir, Nicholas Cage’in oynadığı, Savaş Tanrısı (Lord of War) filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ederim, izlemeyenler için kısaca anlatayım…

“İki karşıt grubu birbirine kızıştırır, savaş çıkartır ve silah satar…”

Filmin özeti bu…

Önce birine gider bir silah satar, sonra diğerine gider onların elinde bu silah var size daha iyisi lazım diye başka silah satar.

Daha üstününü satar.

Diğerine ondan da iyisini satar…

Sömürür durur!

Filmin ana konusu bu…

Bomba bile patlatırlar servetleri için dedik ya, peki bu bombaları kime patlattırırlar bu baronlar?

Tabii ki tetikçilere ya da terör örgütlerine!

Sen de, örneğin; TTT örgütü yaptı dersin. Siyasal bir eylem falan sanırsın…

Alakası yok…

O ticari bir eylem.

Bu eylemleri isteyen, bu eylemlerle beslenecek olan o baron, bu işi yüksek paralara bir örgüte yaptırıyor elbette ki!

Terör örgütleri bence bu amaçla kuruluyor!

Yani eskinin yol kesen haydutları, değişen dünya şartlarıyla milis gruplara dönüştü ve terör örgütü olarak anılıyorlar artık!

Eee büyüklerin, kirli işlerini yaptıracağı birileri lazım!

Pazarlıklar dönüyordur eminim!

Şu örgüt bu fiyata yapıyor ama o örgütün yapması başka sonuçlar doğurabilir diye istişareler yapıyorlardır!

Hatta kendi terör örgütünü kendi kuran ve yöneten iş baronları vardır, eminim!

Bakın mesela;

Borsa bir çok kişinin yatırım odağı.

Borsada küçük orta ve büyük yatırımcı grubu var değil mi?

Bir de en büyükleri var bunu unutmayın.

Zaten bu sistemi kuranlar o büyükler değiller mi?

Senin 100 liralık aldığın hisse senedinin sahibi olduğu firmayı, onlar bir gecede batırıp, çıkarabiliyorlar.

Siyasi entrikalar ile, çoğunluğu manipülasyonlarla gündem belirleyen, gündemi değiştiren bu baronlar, tabiri caizse, suyu bulandırıp balık tutmaya çalışıyorlar.

Yeni iş fırsatları doğurmaya çalışıyorlar.

Benim hayatımda, Yaradanın gerçekten var olduğunu, ve Yaradana olan büyük sevgimin sebebi olan olgum; “hep daha büyüğü vardır kesin…” düşüncem olmuştur.

Çünkü sonsuzluğu onda gördüm sadece… Herşeyin bir sonu oluyor ama onun bulamadım. Döngü gibi başa sarıp duruyor.

En büyükten de en büyüksün, ey yüce Allahım…!

Dolayısıyla hep daha büyüğü vardır ilkesiyle düşünmemiz gerekiyor.

Örneğin ülkemizin en büyük firmasının da üstünde firmalar var değil mi?

En tepedeki o büyük sofrada yerini ne kadar alabilir, bu alttakiler…

Unutmayın bunlar yukarıda, iki kişiler, sadece iki kişi veya iki grup….

İki kişilik kontenjan var yani en tepede… Ama alt gruplar da var tabi. Amaçları oralarda kalayım yeter diye düşünenlerden bahsetmiyorum elbette…

En tepe…

O masa çok büyük bir masa…

O masadan dünyayı okurlar, ona göre dünyaya yön verirler.

Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler büyük fırsatlardır onlar için. Çünkü gelişmiş o diğer toplumlar da oyunun içindeler ve onları yağlı müşteri grubuna sokamazsınız…

Anımsayacağınız bir örnek vereyim.

“Biri” çıkıp “faiz arttırdı” kazandırdı, aynı kişi “faiz indirdi” yine kazandırdı.

Piyasayı kızıştırmak için de, kati suretle din iman yemin ederek;

“Aksini asla yapmayacağım! ” dedi.

Aslında fiyatları kızıştırdı, daha karlı hale getirdi. Sonra şak tam tersi davrandı.

Bizim saf muhalefet de; Bakın nasıl tükürdüğünü yaladı ile meşgul sadece…

Bunları Çin siyasetinde yapabilirler mi?

Çin’in liderini parayla satın alabilirler mi?

Tam tersi, rekabet içindeler sürekli.

Bizim gibi ülkeler ve liderler çerez onlar için…

Anında alabiliyorlar, iyi de yalakalık yapıyorlar bizimkiler zaten…

Değme keyiflerine!…

Bir tek Atatürk’ü alamadılar, inanır mısınız!

Çünkü Atatürk ileri görüşlüydü, en tepede onların dünyayı yönettiğini, dünyaya yön verdiklerini görüyordu.

İşte liderlik budur!

En tepeye gidene kadar durmayacaktı, amacı buydu ama ömrü yetmedi…

Sıfırdan bir ülke kurmaya gücü de ömrü de anca yetebildi…

Atatürk o masayı biliyordu. Ve dünyayı yönetmek için o masaya sahip olmak gerektiğinin elbette bilincindeydi!

Tabi bu tepedekiler, başka ülkelerin güçlenmemesi için, kendi kendilerine yetmemesi için,

– ki sürekli bir şeyler satabilsinler-

o ülkedeki başarıları ya engellediler ya satın alarak bertaraf ettiler.

Bizimkilerin satma sebepleri para, onlarında alma amaçları bu işte!

Afrika’ya uyguladıkları tarife ile Türkiye’ye uyguladıkları tarife farklı olacak elbette.

Ülkemizdeki yenilikçi, ve çağdaş projeleri hayata geçiren ve başarılı olan girişimcilerle iftihar ediyorum!

Dünyayı okuyabilen girişimcilerin girişimleri başarıyla sonuçlanıyor.

Ticari zekayla, ve sadece gündemi okuyarak, oluşabilecek fırsatları kendi mesleğine uyarlayarak, yoluna devam edenlerdir bu başarılı insanlar.

İşte bunları engellemek veya satın almak onlar için asli görev.

Dikkat edin bugün girişimcilerin başarılı projelerinin çoğunu satın alıyorlar…

Hem de yüksek paralara.

O işin sahibinin asla, hayır diyemeyeceği bir teklifle geliyorlar. Bu miktar bu baronlar için para bile değil!

Ana pastaya ortak olabilecek kim varsa, daha küçükken başını eziyorlar, tabiri caizse…

Muntazam bir sistem kurmuşlar. Dünyayı yönetiyorlar işte daha ne denilir!

Kendi aralarındaki rekabette, birbirlerine başarısız gözükmemek için her türlü eylemi hak görüyorlar kendilerinde.

Yani ticari hamleleri yerine gelmeyecek diye birilerinin canını yakabiliyorlar!

Sırf, “başarısız gözükemem” saçmalığından ya da gözünü para hırsı kör edenlerin, yapabileceği kötülükleri düşünebiliyor musunuz?

Afrika’yı su ile hayati kaynaklar ile uğraştırarak, aç-susuz bırakarak köleleştirilmiş bir toplum olarak biliyoruz değil mi?

E hani kölelik modern dünyada kalmamıştı…??

Ah şu zavallı beynimiz!

Hemen gözünüzün önüne ayağında zincir takılı zayıf kara kuru bir köle canlandı değil mi?

Benim öyle oldu, sizi bilemem.

Bize türlü türlü manipülasyonlarla, görsel ve işitsel hafızamızı etkileri altına alarak bazı şeyleri ezberletiyorlar…

Yani, yanlışları doğru diye yutturuyorlar bize. Biz de güya mantık süzgecinden geçirip; o yanlışa doğru diyoruz. Çünkü herkes aynısını yapıyor.

Sürü psikolojisi…

Kölelik var mı??

Yok desek bile içimizde bir şüphe kalıyor..

Ama sonuçta aklımıza kötü şartlar altında çalıştırılan prangalı bir tutsak resmi geliyor ve sen bu duruma ihtimal vermediğin için, “kölelik yok” diyorsun.

İşte toplumsal hipnoz ile senin söylemeni istedikleri şeyleri çatır çatır söyletiyorlar, düşünmeni istedikleri şeyleri çatır çatır düşündürüyorlar, sanki kendi düşüncenmiş gibi… iyi mi!

Oysa Afrika’nın insanını aç susuz bırakarak, muhtaç ederek, köleleştirmiş olmuyorlar mı?

İlla prangamı takmaları lazım?

Onları açlıkla cebelleştirerek, elmasını, altınını, madenini petrolünü artık ne varsa…

SOYUYORLAR!

Aç adam, sadece karnını düşünür, bunu unutmayın!

Bunu kim yapıyor peki?

Devletler mi?…

Öyle deriz hep değil mi?

Evet devletler yapıyor, ama sahiplerinin emri doğrultusunda. E bunu yapabilirsen zaten süper devlet oluyorsun. Devletin de işine geliyor…

Dünyanın gücü Amerika Birleşik Devletinin sahibi yok mu sanıyorsunuz?

O baronlar ne istiyorlarsa siyaset eliyle, devlet eliyle bunu insanlara empoze ettiriyorlar.

Bu sistem akla sığmayacak kadar büyük geliyor bana…

Devletler bu işleri kimlerle yapıyor.

Siyasilerle…

Çünkü halk ile aradaki tek köprü; benimsediği siyasi görüşü savunan siyasi partiler.

Fikrimi düşüncelerimi savunuyor bu parti diye, o kadar bağlı ki partisine,

Hele karşıdaki iyi “mağdur edebiyatı” yapıyorsa, körü körüne bağlanıyor!

Bu yüzden toz kondurmuyor, sistemin nasıl işlediğini görmüyor bile…

Peki bu siyasiler bunu neden yapıyor sizce?

Bu siyasilere bunları yaptırmak için ne lazım siz biliyorsunuz…

Cevabı hepimiz biliyoruz…!

Ticaret ile uğraşan ve patronluk yapan biri yukarıda saydığım nedenlerle, yetebildiği dünyasında ne olursa olsun oturup ah vah etmez, onu bir fırsata çevirir dedik ya.

Bunlar ticaretin güzel tarafları ama büyük baronlar o kadar masum değil…

Gelin birlikte eski dönemlere bir yolculuk daha yapalım…

Şimdi hemen bizim padişahlık sistemine bir flashback yapalım.

Padişaha, kayda değer bir bilgi getiren kişi veya kişiler, kese kese altınla mükafatlandırılırlardı.

O bilginin kaynağı da asla sızdırılmaması gereken, asla yayılmaması gereken bir noktadan çıkıyordu.

Sır sonuçta…

Gelen bilgiye göre gerekli tedbirler alınır, yeni fırsatlar aranırdı.

Böyle olunca devlet de güçleniyor, millet de.

Bu her dönemde, her ülkede her diyarda geçerli olmuştur.

Casusluk faaliyetleri, karşıdakinin sırlarını öğrenmeye dayalı geliştirilmiştir.

Devletler bu nedenle sürekli güçlü kalmak zorundadırlar…

Son olarak Medya’ya değinmek istiyorum…

Baronlardan gelen taleplerle siyasiler halkı o pozisyona getirir medya da bunu sürekli fişekler…

Şimdi o zaman bu medya organlarının en büyük gelirinin ne olduğunu anlayabiliyor musunuz?

Zaten çoğunun bu işe girmelerindeki ana sebep bu değil mi?

Baronlar fena paralar veriyorlar…

“Filler tepişsin biz de para kazanalım”

Bakınız bunu organize eden o büyük el, muhaliflerin de olacağını biliyor. Bu her yerde böyledir. Ama finalde hep iki kişi kalır.

Biri iktidar…

Diğeri, iktidar olmak isteyen muhalefet.

Çünkü aslında aynı tarifeyi başka metodlarla, farklı yollardan, muhalefetle aynı düşünen muhalif halka da uyguluyorlar…

Yani işin özünde iktidar da, muhalefet de aslında aynı sonuca gidiyor, farkında olmaksızın…

Bu her zaman böyledir!

Ülke yönetimlerini, kendi ticaretlerine uygun siyasi yöntemlerle değiştiriyor veya şekillendiriliyorlar.

Bu işin medya tarafının yapacağı tek eylem, bu iki farklı düşünen halk grubunun düşüncesine uygun hareket etmek…

Amaçları pastadan sürekli paylarını alabilmek…

İktidar medyası da para kazanıyor, muhalefet medyası da para kazanıyor. Doğal olarak iktidar medyası daha fazla para kazanıyor.

O yüzden kim olursa olsun, medyaya hiç itibar etmem!

Bu baronlar, siyaset üzerinden, medyayı tam kapsamlı yönetiyor. Hem iktidarı besliyor hem de her iktidarın

olmazsa olmazı muhalefeti…

Bu arada;

Muhalefet medyası hep tedirgindir eminim. Herkes bir altına bakarak korkarmış ya.

Düşünsenize, iktidar muhalefete düşmekten korkuyor,

Muhalefet de yerini başka bir muhalefete kaptırmaktan korkuyor.

O yüzden bence muhalifler daha Müslümandır, çünkü şükretmesini bu sebeple öğrenmişlerdir.

Bu da ayrı bir tespit olsun…

Konuyu toparlayacak olursak;

Silsile şu şekilde işliyor…

Baronlar, Devletler, Siyasiler, Medya ve son alarak müşteri yani Halk…

Baronlar gündemi belirliyor.

Devletler şartları uygun hale getiriyor…

Siyasiler halkı etkilemeye başlıyor…

Medya ona göre şekilleniyor.

Ve halk buna kanalize olana dek, aynı sistematik düzen harfiyen tekrarlanıyor…

Farkındalığımızı arttırarak, daha büyük düşünmek zorundayız!… Her birimiz!…

Köyde doğmuş ve beş yaşıma kadar köyden hiç çıkmamış biri olarak; dünyayı köyümden ibaret sanırdım, ta ki ilçeye gelene kadar.

İlçemi ilk gördüğümde; “Ne büyük bir köy…” diye içimden geçirdiğimi anımsıyorum.

Sonra şehrimi ilk defa görünce, nutkum tutuldu!

“Bu dünya ne geniş, ne büyük bir yermiş” diye düşünmeye başlamıştım…

Daha büyük şehirler var, ülkeler var, kıtalar, okyanuslar var…

Hala görmüş değilim…

-Bir insan önce şehrini, ülkesini tanıyacak, anlayacak.

-O şehrin sırrını öğrenene dek, o şehri bir aşık gibi, anlamaya çalışacak.

-Şehirlerin de dilleri vardır…

-Anca o dili anlayabilenler, orayı tanımış sayılırlar ve anca o zaman faydalı olabilirler…

Son söz;

Dünya düzenini değiştirmek mümkün değilse, bu sisteme ayak uydurmak zorundayız, orası kesin!

Ama mecburen o büyük masaya oturmamız gerekiyor.

Üreten, dünyayı okuyabilen gençler ile, siyasetçilerimizden, avukatlarımızdan doktorlarımızdan mühendislerimizden, işçimizden köylümüze kadar, her zaman ve ne olursa olsun dünyayı anlamaya çalışarak, dünyanın seyrini doğru yorumlayarak hareket etmemiz gerekiyor.

Bu da eğitimle ve doğru yol gösterenlerle mümkündür.

Ama her zaman iyi niyetli olanlardan olmak mecburiyetindeyiz.

O çok kötü olup, dünyayı karıştıranlardan değil…

Yurtta Sulh, Cihanda Sulh sözüyle, dünyaya mesaj veren Atatürk aslında, o çok kötü niyetli baronlara seslenmiştir.

Çünkü savaş da barış da maalesef bu süper gücün elinde…

Sağlıcakla Kalınız…

Devamını Oku

Etnik Köken

Etnik Köken
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çok ilgimi çeken yukarıdaki yazıyı gördüm, ne kadar doğru dedim kendi kendime…

Hayatımdaki kadınlardan, başta Annemden çıkarımlar yaptım…

Genetikle, kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan bu kadim yetişme, yetiştirme şekli, ne kıymetli bir hazine kadrini bilenler için.

Kürtlerin kadim inançları bu halkı var eden en önemli unsur. Bu her toplum için geçerlidir. Bugün Kürtlere bakış açısı (art niyetli olmayanların) genelde savundukları şey şudur;

“Kürtler namusludur.

“Kürtler dürüsttür.

“Kürtler misafirperverdir.

Buna itiraz edebilecek kişi sayısı yok denecek kadar azdır zannımca.

Aslında fikirlerim gereği; bir ırk ile ilgili bir aidiyet yaşamayan biri olmayı tercih ediyorum. Benim için ırkın bir önemi yok. Karışmışız gitmiş. Nerde kalıyor saf ırk…

Benim büyükbaba tarafım Bingöl Genç Dik köyünden 150-200 sene önce Hınısa yerleşmiş bir aile.

Babaanne tarafım Erzurum yerlisi bir Türk aile. Şimdi ben ne oluyorum vesselam…?

Türk mü?

Kürt mü?

Bir insanın hiç iki ırkı olur mu? E ama karışmış ikisi birbirine…

O zaman şunu söylemek mümkün mü?;

iki şey birbirine karışabiliyorsa tek şeye dönüşürler mi aslında?

İki rengi karıştırınca ortaya başka ve az görülen renklerden bir şey çıkıyor değil mi?

Ne güzel aslında kaynaşabiliyor olmamız…

O zaman pek de bir önemi yok ırkın diyebilir miyiz?…

Renkler dünyasında var mıdır böyle bir ayrım sizce?

Mesela; kırmızılar bir araya gelip, beyazları yok etmeye çalışıyorlar mı?

Bakınız bunu “aslını inkar etmekle” karıştırmayın…

Beyazken yok ben siyahım demektir aslını inkar etmek.

Ya da örneğin; Bir Çinli’nin , ben “Arabım aslında” demesi kadar saçmadır aslını inkar etmek…

Ortaya çıkan o alışılmış renklerden farklı olan o güzelim rengin tadını çıkartmak lazım “ele” inat!

Özetle;

İnsaniyetin daha önemli oldugunu düşünüyorum ve hiç bir ırkın bir diğerine asla bir üstünlüğünün olmayacağını savunuyorum.

Ama burdaki Kürtlerle ilgili tespitlerim, bir şövenizm olarak algılanmamalı.

Türkler de savaşçıdır,

Türkler de asildir, tıpkı Kürtler gibi.

Türkler vatanseverdir. Topraklarını ölümüne savunurlar.

Türkler dindar, Allahtan korkan bir toplumdur.

Bu da başka bir zenginliğimiz. Bizi biz eden unsurlar.

Farklı toplumsal kabiliyetlerin bir araya gelmesiyle anca devlet olunabilir. Tek renk ile devlet olmaz, olamaz…

Mümkün değil olamaz…!

Atatürk düşünce ve değerlerine önem veren biri olarak; Kurtuluş savaşında, Çanakkale zaferinde göğüs göğüse çarpıştık, toprağımıza, namusumıza göz diken gavuru def ettik topraklarımızdan!

Aşiretiyle, topuyla tüfeğiyle, adam sayısıyla özetle Kürt aşiretlerden bir ordu kuruldu düşmana karşı, Abdülhamit han emriyle… Hamidiye Alayları adı altında cenk ettiler.

Gavuru beter ettiler.

Bu azınsanmayacak aşiretler neden daha sonra Atatürk’ün yanında da yer aldı sizce? İşte o kadim değerlerini koruyacağına, emin olduğu adamın yanında yer almak istediler.

Aksini söyleyenlere aldırmayın.

Ezbere; “Atatürk, Kürt düşmanı” demeyin!

Atatürk Dersim katliamını yaptı, onlarca insanın üzerine bombalar yağdırdı demeyin…

Okuyun bakalım kendiniz karar verin. Ayaklanmayı bastırmanın bir yolunu elbette ki bulmak zorundaydılar. İngilizlere kukla olanların kimler olduğunu anca okursanız görürsünüz…

Bakınız, dinlerseniz demiyorum!

Okursanız diyorum!

Düşmanla vuruşan Kürtler de vardı evet…

Her şehidinin arkasından “Vatan Sağolsun” diyebilen Kürtler de var bu ülkede.

Hem de azınsamayacak kadar çok,

Ve hala varlar…

Devamını Oku

Toplumsal Arınma

Toplumsal Arınma
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkedeki saçmalıkların, bilinçli sürdürülen toplumsal çöküş propagandasının bu denli hızlı olması ve sapıklıkların über boyuta ulaşması artık toplumsal bir tepki vermemiz gerektiğinin zamanı geldiğinin göstergesidir.

Suç oranlarının, hergün kendi rekorunu egale ettiği bu lanet dönemde, bu kadar sapkınlıkların ortaya çıkması sizce tesadüf mü?

Bu olayların, bir düşman eli tarafından organize edildiği, toplumun her değerinin bilinçli olarak yıpratılıp yok edilmesi hedeflendiği, toplumda türlü türlü infialler oluşturarak, özellikle aile mefhumunu yok etme çabası sizce de planlı değil mi?

Asil ve savaşçı bir milletten; sosyolojik dengesi bozulmuş, gelenek-görenekleri yok edilerek sıradanlaştırılmış ve kutsal değerleri unutturulmuş bir nesil yaratma amacıyla yapılmıyor mu sizce tüm bu stratejik uygulamalar?

Ülkemizde eşcinsel vakalarındaki ciddi artışın bilmiyorum farkında mısınız?

Homofobik değilim fakat bu orandaki artışın gözlemini sürekli yapan, araştıran biriyim. İstediğimiz kadar medeni ve çağdaş olalım, eşcinsel bireylerin tvlerde boy boy gösterilmesi, normalleştirilmesi, eşcinsel sosyal medya fenomenlerinin sürekli gözümüze gözümüze sokulması bu propagandanın bir parçasıdır.

Düşünce tarzı özgürlükten yana olan ve her bireyin kendi hür iradesiyle, anayasal hakları çerçevesinde yaşamasının kutsallığını savunan biri olarak, bu anormal saçmalık ve sapkınlıkların artma sebebine odaklanmaya çalışıyorum.

Her toplumun kendine has özellikleri vardır. Bu karakteristik özellikler, o toplumun yapısal varoluş karakteri ve var olmayı sürdürme sebebidir. Kadim toplumumuz, maskülen bir toplum olarak, yüz yıllarca toprak üstünlüğünü ve bütünlüğünü sağlayarak dünyaya hükmetmiştir.

Batının, bizi sürekli, “barbar” olarak adletmesi, toplumumuzun eril gücünün yani savaşçı ruhunun yüksek olmasını kıskanması veya istememesi durumudur.

Dünyaya bugüne kadar bu karakteristik özellik sayesinde yüzyıllar boyunca hükmetmemizden yola çıkarak, en belirgin bu karakteristik özelliğimizi kırmak için elerinden geleni muhteşem bir planla sürdürüyorlar.

Tükettiğimiz herşeyin içinde gizlenmiş bir asimilasyon, soysuzlaştırma, kısaca “Sosyolojik İşgal” propagandası uygulandığını artık görmemiz gerekmektedir.

Tarımsal faaliyetlerimiz durdurularak, organik üretimlerimiz engellenerek, GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ‘lu gıdaların sofralarımıza dayatılması,

gerek vücut sağlığımız,

gerek beyin sağlığımız

ile toplumumuzun sahip olduğu bu “kutsal direnç” özelliğini kırmaya çalıştıklarını görmemiz, anlamamız ve aklımızı başımıza almamız gerekiyor.!

Adalet sisteminin, tüm bu anlattığım propaganda sistemine uygun hale getirilmesi adına ; devlet üst yöneticilerimizin bilinçli veya bilinçsiz buna alet edilmesi, bu kadar büyük bir tehlikenin farkına varılmaksızın, hiçbir şey yapılmaması; tablonun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor.

Ülkenin acilen olağanüstü şartlarda, tüm dış dünyaya bir süreliğine kapanarak yeniden revize edilmesi, bu toplumsal çöküşün durdurulması ve tamir edilmesi gerekmektedir.

Aile yapımızın güçlü bağlarını kırmak adına empoze edilen bu sistemi anlamamız ve karşı bir duruş sergilememiz gerekiyor.

Aile yapısına zarar veren, aldatma ve ihanetlerin normalleştirildiği bir yayın politikasıyla toplumumuza sürekli empoze edilen özellikle tv programları ve Türk yapımı diziler ile;

Yasak ilişkiler, ensest ilişkiler, eşcinsel ilişkiler, pedofili gibi sapkınlıkların türetilmeye ve arttırılmaya çalışılması gerçeğini farketmemiz gerekiyor.

Sübliminal mesajlarla dolu çizgi filmler, internet videoları, bağlı olduğu kurum(lar) tarafından onaylanan bazı okul kitaplarındaki sapıklığı normalleştirme gayretleri aynı karanlık elin eseri.

Akıllı diye tabir edilen, aslında önce çocuklarımızın beynini sonra toplumumuzun temelini dinamitleyen elektronik cihazlarla, teknolojinin ve hızlı bilgi edinmenin nimetlerinden faydalanmak yerine; interaktif bir networke bağlı bu aygıtlarla sürekli psikolojik harp teknikleriine maruz bırakıldığımızı artık farketmemiz gerekiyor!

İnternet yoluyla anında ulaşılan görsel ve işitsel gizli tekniklerle bezenmiş, bilinçaltına talimatlar göndererek bir nevi hipnoz ve uyuşturma telkinleriyle beyinlerimizin özellikle çocuklarımızın beyinlerinin bu sapkınlıkları normalleştirme propagandalarını farketmemiz gerekiyor!

Çocuklarımızı ve kendimizi bu tehlikelerden korumamız ve karşı koymamız için bu gerçekleri artık görmemiz gerekiyor.

Dikkat ederseniz, sokaklara dökülmemiz gereken olaylara şahit olduğumuzda, kısa bir şokun ardından artık tepki vermiyor, aynı olayın tekrar tekrar gerçekleşmesini ise hiç tepki vermeyecek duruma gelene kadar yaşatılmak istendiğini farketmemiz gerekiyor.

Tüm bu propagandaları, farkındalık seviyemizi arttırarak anlamalı ve çözüm üretecek duruma gelmeliyiz.

Haber bültenlerindeki kan donduran olayların hemen hemen tüm bülteni kaplaması, en ince detayına kadar tüm ayrıntıların anlatılması bana sorarsanız bir alıştırma ve normalleştirme propagandasıdır.

Eskiden bir şehit haberi gedliğinde sokaklara dökülen halkımız, şimdi yüz şehit verilse dahi tepki vermeyecek duruma getirildi.

Devlet kurumlarının ve her zaman var olduğuna inanmak istediğim “üst akıl” devlet anlayışının, bu işgal propagandalarına ve ülkemizin kalkınmaması için yapılan bu karanlık politikalara karşı savaş açması gerekmektedir.

Kadim ve asil toplumumuzu fabrika ayarlarına geri getirmeye yönelik planlar oluşturarak, ehliyet sahibi ve vatanseverliğinden şüphe duyulmayan yöneticilerle;

“Toplumsal Arınma Faaliyetleri” ne geçilmesi gerekmektedir.

Toplumumuzu tembelleştirerek, uyutarak, rahata alıştırarak elimizden alınmak istenen kutsiyetlerimize,

birlik içerisinde ve var gücümüzle sahip çıkmalıyız…

***

Önce sahip olduğumuz değerleri kavramalı, ahlak ve vicdan doğrultusunda var gücümüzle çalışmalıyız. Ancak üreterek, güçlenerek bu propagandaları yok edebiliriz.

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”

(Mustafa Kemal Atatürk)

Devamını Oku

Toz Zerresi

Toz Zerresi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çöldeki kentilyon, sekstilyon adet kum tanesinden birinin dünya olduğunu düşün. Kainat bundan da kat be kat büyük…

ve sıkı durun;

üzerinde yaşadığınız yaşam küresi bir kum tanesinden çok çok çok daha düşük boyutta, evrene göre…

Güneş sistemimizdeki, güneşe göre nokta kadar olan dünyamızı düşünün. Güneşin o ,minnacık gezegeni saliseler içinde yok edebileceğini düşünün…

Bir masanın üstünde biriken toz zerreciklerine üflediğinizde o toz zerreceklilerinin nasıl uçuştuğunu hayal edin..

İşte kainatın dünyaya bunu anlık yapabilmesi çok olası. Minik bir güneş patlamasına bakar, ne olduğunu anlamadan küle dönüşüveriririz bir anda!

Ya da tam tersi, bizi güneşten uzaklaştıracak, bize göre çok büyük güç, evrene göre güç bile denmeyecek kadar küçük bir etki ile anında buz keseceğimizi düşünün…

İçinde milyonlarca güneş sistemi olan bir galaksi düşünün şimdi.

Bizimkisi Samanyolu Galaksisi (Milky Way Galaxy). Bu galaksiden de milyarlarca adet olduğunu düşünün…

Beyin duruyor, akıl almıyor, akıl yetmiyor değil mi? Fazla zorlamayın, yanmasın beyinler…

Venüs gibi, güneşe biraz yakın olsak; 450 derecede kavrulmuş olurduk…

Mars gibi, biraz uzak olsak; -150 derecede donmuş olurduk. Daha uzaktaki gezegenler, gaz bulutu henüz… gezegen olma, kara parçası olma periyotlarını belki 20 milyar yıl sonra tamamlayacaklar.

Dünyanın bulunduğu yörünge yerküreyi -60 ile +60 aralığında tutuyor. Bu da yaşam formlarının oluşması için ideal bir sıcaklık.

Bizlerin hayatta kalması için,atmosferin oluşması için, içi oksijen dolu bir balon olarak kalmamız için, sıcaklık gibi binlerce parametre düşünün şimdi.

Evrende herşey hareket halinde. Herşey çevresindeki daha büyük birşeyin himayesinde kalıyor ve secde eder gibi çevresinde dönüp duruyor. O sistem de toplu olarak başka birşeyin etrafında dönüyor.

Babaannemin, “Dünya bir öküzün boynuzları arasındadır” sözü aklıma geliyor.

Hint kültüründen alınan bu benzetmeyi şöyle yorumluyorum;

“Her an o boynuzlardan kayıp düşebilir dünya… Aslında pamuk ipliğine bağlı olduğumuzu ifade etmeye çalışıyor…

Bu nasıl bir ihtişam, nasıl bir denge nasıl bir varoluş, nasıl bir yaradılış.

Akıl almıyor değil mi?

Varın siz düşünün bir insan olarak o koca kainatta kapladığınız yeri.

Ve unutmayın bu koca evren tüm ihtişamıyla genişlemeye, büyümeye devam ediyor…

“Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz…”
-Zariyat, 47. Ayet

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.