Atatürk Erzurum depreminde halkını nasıl bağrına bastı?

Erzurum Güncel- Erzurum ve çevresi 1924 yılının 13 Mayısında şiddetli şekilde sarsıldı.
6 Eylülde de ikinci felaket daha şiddetli geldi.

Depremin merkez üssü Pasinler’di, büyüklüğü 6.9’du.
214 kişi yaşamını yitirdi. Bin 119 hayvan telef oldu. 3 bin 787 konut tamamen yıkıldı, 2 bin 514 hane hasar gördü.

Cumhuriyet henüz 1 yaşındaydı. Ülke savaş yıllarının yaralarını hala sarmaktaydı. Ülkenin lideri Atatürk, Cumhuriyet’in meşalesinin yakıldığı Erzurum’a vefa borcunu ödemek için deprem bölgesine ulaştı.

Ülkenin imkanları kıttı. Atatürk ülkenin tüm imkanlarını bölgeye sevk ettirdi. Deprem bölgesine gidişi ise halka moral oldu.

Ulaşım imkanı dönemin şartlarında güçtü. Atatürk bölgeye 12 Eylül günü Perşembe ulaştı. Bölgeye ulaşmasıyla da halk coşkun bir sevgi seline kapıldı.

Hasankale’ye gelindiğinde kasabada bulunan Erkek Numune Okulu’ndan bir çocuk, etkileyici bir konuşma yaparak Atatürk’ün önüne çıktı ve konuşma yaptı:

“Sefa geldiniz en büyük kurtarıcımız, ey ünlü dahi, ey geleceğimizin gözcüsü Gazi Paşa’mız. Bugün deprem dolayısıyla uğradığımız felaketi onurlu ve uğurlu ayak basmanızla teselli ettiniz. Doğrudan Tanrı’dan gelen bu felaket bizde manevi bir etki yapmadı. Fakat gerçekte bizi sürekli tutsaklık ve eziklik içinde bulundurmak isteyen düşmanlardan kurtararak özgürlük ve mutluluğa eriştirdiğinizden bu felaket anında bu şükranı da minnettarlıkla arz ederiz. Bu kadar yorucu ve yıpratıcı yolculuklara katlanarak burayı onurlandırmanıza karşı, borçlu olduğumuz şükran duygusunu, tuttuğunuz ilerleme yolu ve zaferde izleyiciniz olmak, her bir buyruğunuzu eksiksiz yapmakla ödeyeceğiz. Çünkü bu memleket yüzyıllardır felaket anlarında kendilerini yakından görecek ve teselli edecek değil, bir hükümet başkanı, devlet adamlarından birisini görmemiştir.
Tanrı yardımcınız olsun. Peygamberlerin büyüğü esirgeyiciniz olsun Gazi Paşa’mız… “

Atatürk, Hasankale’de depremin neden olduğu zararla ilgili olarak yurttaşlarından bilgiler aldı, not ettirdi. Kış yaklaşıyordu, hava iyiden iyiye soğuktu. Kıştan önce yapılması gereken yardımlarla ilgili görüşmelerde bulundu. Yıkıntılar arasında dolaşması halk tarafından içtenlik ve samimiyetle karşılandı…

Kış yaklaştığı için gerekli yardımların yapılması emrini verdi. Hasankale yakınındaki harap 6 köyü gezerek tek tek incelemelerde bulundu.

Yurttaşların büyük çoğunluğu Atatürk’ün çok üzüldüğünü görünce, acıları ve yıkıntıları varken “Esef etmeyiniz paşam. Hükümet-i Cumhuriyetimiz var olsun. Hiç bir şey istemeyiz. Onların sayesinde biz bu köyleri altından yaparız” diye önderlerini teselli etti.

6 gün deprem bölgesindeki incelemelerini sürdürdü, Erzurum’a döndü.

KAHVEDE YA ZEHİR VARSA!

Erzurum’a dönüş yolunda Azap Köyü yakınlarında çadırlara konuk oldu. Kendisine imkansızlıklar sürürken bile kahve ikram edildi.

Horasanlı Ahmet Bey’de Atatürk karşılayanlar arasındaydı. Köylüler kendisine çok saygı duyarlardı. O nedenle de kahve ikramı ilk önce ona yapıldı.
Kahveyi alan Ahmet Bey hemen kahveyi yudumladı ve Atatürk’e dönüp şöyle konuştu:

“Paşam, malum sizin düşmanınız çoktur. Ola ki, size ikram edilen yiyecek ve içeceklere de hayatınıza kastedecek nesneler katılabilir diye, bizimkiler kahveyi önce bana verdiler, ben de içtim ki, size bir zarar gelmesin”

Atatürk çok memnun oldu. Diğer yandan hatalarını fark eden ikram sahiplerinin mahcup gönüllerini alan sözler söyledi…

Atatürk Horasanlı Ahmet Bey’e döndü:

“Okuma yazma biliyor musun, nerede öğrendin, seni kim yetiştirdi” diye sordu. Ahmet Beyin yanıtı, “Köy imamından” olunca imamın yanına çağrılmasını emretti.

İmam geldi, kendisini tebrik etti, “İşte bu milletin sizin gibi aydın hocalara ihtiyacı var”dedi…

Kahvesini içtikten sonra enkaz arasında incelemesini sürdürdü. Halkın arasından ihtiyar bir köylüyü yanına çağırdı, sohbete koyuldu.

Depremden çok zarar gördünüz mü, baba?” diye sordu. İhtiyarın şüphe ettiğini fark edince, tekrar sordu:

Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?”

İhtiyar:
 

Valle pedişeh bilir dedi. Atatürk gülümsedi ve yumuşak bir ses tonuyla, “Baba, padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? diye konuştu.

– Söyle bakalım, zararın ne?

– Padişeh bilir…

O yanıt karşısında kaşları çatıldı. Kaymakama döndü:

– Siz daha devrimi yaymamışsınız, dedi. Aynı esnada görevini başarmış insanlara özgü ağır başlılıkla ortaya atılan yazı işleri müdürü Atatürk’e:

– Köylere genelge yolladık Paşam, dedi.

Atatürk’ün sinirleri gerildi, sesini yükseltti:

– Oğlum, genelgeyle devrim olamaz!”

İstanbullu kitapçı İbrahim Hilmi Bey, deprem felaketzedelerinin çocuklarına bin liralık kitap bağışlamıştı. O yardımı öğrenen Atatürk kendisine telgraf çekti:

“İstanbul’da Babıâli Caddesi’nde Kitapçı İbrahim Hilmi Bey’e,
Erzurum zelzele felaketzedeleri çocuklarına hediye ettiğiniz kitaplar dolayısıyla çok teşekkür ederim. Memleketin ilim ve irfanı için bu vesile ile gösterdiğiniz alakayı kıymetli buldum. İlim ve irfan ile donanmış bir kavim her nevi felakete, tabiatten gelse bile, çare bulabileceğine işaret olan bu nevi bağışınız bütün milletçe takdire değer manadadır”.

Yurttaşlar evlerine giremiyor, korkuyorlardı. Aynı endişeyi Atatürk için de duyuyorlardı. Yüksek katlı olmayan vilayet konağı ve Mevki Kumandanlığında iki yer ayrılmasına rağmen çatlaklar olduğundan, ”Ne olur ne olmaz çadırda kal” tavsiyesinde bulundular…

Atatürk birkaç yeri çatlamış Hükümet Konağı’nda yatmakta ısrar etti. O hareketi halk arasında olumlu bir etki yarattı.

2 Ekim olmuştu.
Atatürk’ün depremin yarattığı tahribatı görmek için Pasinler ilçesine vardı. Vakit kaybetmeden Köprüköy, Yağan, Emre, Buğdaylı köylerinde incelemelerde bulundu. Yetmedi, Sarıkamış ve Kars’ta da incelemeler yaparak yapılması gerekenleri tek tek not ettirdi.
Ankara’ya dönmeden yapılması gerekenlerin tümü Başkent’e ulaşmıştı…

Ankara’ya döndüğünde Hükümet hummalı bir çalışma içindeydi. Depremden zarar görenlerin o zararlarını kıt imkânlarda da olsa karşılamaya çalışıyordu.

Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, bölgede tespit ettiği en büyük sorun doktorsuzluktu. Durumu Ankara’ya dönmeden çok önce Başbakan İsmet İnönü’ye telgrafla bildirmiş, “Buralara acilen doktor ataması yapılmasını” istemişti.

O emir 5 maddeden oluşuyordu; son maddesi ise adeta kesin uyarı şeklindeydi. Zira; bazı doktorların bölgeye gelmekten çekindiğini öğrenmişti. O madde de şunlar yazılıydı:

“…İstanbul’da bulunan sivil ve askeri doktorların deprem bölgesine tayin edilmesini emrediyorum. Tayin emrine uymayanlar için de gerekli muamele yapılmasını, yapılacak en hafif işlemin ise vatan hizmetinden kaçtıkları için memuriyet ve mesleklerinden ilişkilerinin kesilmesi olacaktır”

Doktor sorunu diğer sorunlardan çok daha hızlıca çözüme kavuşturuldu, hiç doktor görmeyen bölgelere doktorlar atandı. Atatürk son maddedeki emriyle aslında hükümete de keskin bir uyarı yapmıştı.

Kış yaklaşmadan sadece 37 günde deprem bölgesindeki konut sorunu çözüldü. Evleri yıkılan, ahırları çöken yurttaşlar nefes aldı.
Konutların yapımı için askerler de görevlendirmiş, konutlar ile barakaların yapımına depremin hemen ardından başlanmıştı. 8 Ekimde başlayan çalışmalarla 13 Kasımda evler yapılarak bölge insanının barınma sorunun ortadan kaldırıldı.

Halk memnuniyetlerini dile getirmek için TBMM’ni telgraf yağmuruna tuttu…

 

Kaynak:
Yaşar Gürsoy, Anne O Bizden Biri
Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında
Ahmet Gürel, Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar
isteataturk.com

Kaynak: GazeteGüncel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu